26 Kasım 2014 Çarşamba

Almanya’dan Türkiye’ye, Avusturya’dan bir daha Almanya’ya yazısı...

Yazmaya 2 hafta önce başladığım ancak bir türlü tamamlayamadığım bir metin bu. Her seferinde bugün bitireceğim deyip başlıyorum ve bir önceki metindeki duygularım tamamen değiştiğinden ya da başıma gelen olaylar yüzünden yeni eklemeler yapıyorum. Ancak bu sefer çok kararlıyım. Bu yazı bitip bloga eklenmeden uyku yok! Bir ay içerisinde 2 kez Almanya’ya gittim ben. Ee burası da gezme tozma hikayeleri yeriydi yaaa...her yazıda söylüyorum... o nedenle aldım laptopu elime başladım yazmaya. İkinci seyahatte inanılmaz bir aydınlanma yaşadım yada öyle kapalı yerde kalınca- Siemensliler bilirler, Feldafing cenneti :P – yaşadığımı sandım. İlk gidişim kalabalıktı ve Münih merkez ile sınırlıydı. O nedenle çokta içime döndüğümü söyleyemem. Ancak ikinci gidişim kalabalıklar içinde yalnızdı. Ormanın ortasında tek başıma kaldım. Bir manastıra kapanmak gibiydi. 2 günlüğüne keşiş gibi hissettim kendimi. Eminim Avrupalılarda aynı duygu oluşmuyordur. Onlar zaten doğa ile bütünleşmeye, sessiz kalmaya ve bireysel davranmaya fazlasıyla alışık. Ama benim gibi çevresine bağımlı ve bağlı bir insan için durum tabii öyle değil. O iki gün bolca eğitim ve düşünceler ile geçti. Yeni iş fikirleri bile türettim. Aklıma gelen ve hızlıca yapabileceğim herşeyi de beklemeden taa oralardan yaptım. Pişman mıyım? Sanırım değilim. Büyümek bu olsa gerek...duygularımın arkasında sözlerimle durabilirim. Duygularım hakkında konuşabilirim, konuştum da. Üzerimden büyük bir ağırlık kalktı. Bunu söylesem ne olurdu, söylemezsem ne olur, ne zaman söyleyebilirim, öyle mi yapsam, böyle mi baksam derken...çat diye...işte ben böyle hissediyorum dedim. Garipti. Yine de eksikti. İnsan söylemekle yetinmek istemiyor, üzerine bir değerlendirme yapmak istiyor...insan değil de ben öyle istiyorum...sanki herşeyi tahlil etmek zorundayım. Hiçbir şeyi olduğu gibi kabul edemiyorum. Bir süredir hayatıma girmeye çalışan, geçmişten gelen, geçmişle gelen, dün gelen, hiç gelmeden teğet geçen abuk abuk birsürü karakter ile yüzleşiyorum ve çok başarılı bir şekilde tüm sınavlarımı da veriyorum aslında. Sadece bir kişi bana “işte bu farklı” hissi verebildi bu süreçte, hem de hiçbir şey yapmadan... Çünkü bir duruşu vardı. O duruş ki çok sakin ama içinde fırtınalar kopan, güçlü ama aslında çok kırılgan, düşsen kaldırır- yaralarını temizler- sarıp sarmalar-seni yeniden iyi eder modunda ama bunun yanında kendi yaraları olan, çok yakın ama aslında çok mesafeli, içini açmaya meyilli ama susmayı yeğler gibi...Kısaca “iyi” biri. Herkese bu kadar iyi mi diye düşünmeden geçemiyor insan. Hep bir farkımız olsun istiyoruz çünkü. Sevdiğimiz insanlar bizi diğerlerinden ayrı yere koysun, bize farklı baksın istiyoruz. Neyse...isteklerim konusuna girmeyeceğim. Sevindiğim nokta uzun zamandır ilk kez böyle hissettiğim birisi oldu ve beni hayalkırıklığına uğratmadı. Ne söylediysem onda kaldı. Tespitlerimden düşme-kaldırma kombinasyonunda “düşsen de kaldırırım” dedi. Çarptım, böldüm, sağlamasını yaptım...ne dediysem kelimesi kelimesine sadece ondaydı. Sayesinde gemimdeki ağırlıkları hafiflettim azıcık kısaca... Bu üstü kapalı anlattığım gelişmenin yanında son aylardaki “ben hiçbir şey yapmayayım, bir rüzgar essin beni biryerlere taşısın” hissi de hafifledi galiba. Bu beni durduran hissi “sana ne oldu?” diye soran herkese bu kadar açıklıkla dile getirmiştim. Kazandığım herşey için çok fazla çaba sarfettiğimi düşünüp bundan sonra bana ne gelirse onu kabul edeceğim motivasyonu ile hareket etme kararı almıştım, daha doğrusu aldığımı sanmıştım. Ne salakmışım:). İnsan olduğu kişiden başka davranacağına nasıl inanabilir ki? Mümkün değil. Geldiğim noktada başımı alıp Almanya’ya gitmek istemiyorum şu an. Verin bana otantik bir ülke yada kendi ülkemde otantik bir şehir belki...kendi kültürü olan, gelenekleri olan, ruhu olan...bir dakika durmayayım, bir bavul ile yol alıyım şimdi...Brezilya, Çin, Japonya, Tayland...Tayland olursa tai boks yapma şansım da olur:)daha ne isterim. Beni manevi anlamda besleyecek bir yer arıyorum ben. Bunun yanında köksüz olduğum gerçeğiyle yüzleştim. Her ne kadar aile ve arkadaşlar kavramları ile bütünleşik olsam da çok kez gittim. Yine gidebilirim...hiçbir yere ait değilim. Bir sırt çantası ile dünyayı arşınlama hissi taşıyorum ve bu histen ölesiye korkuyorum- yalan yok. Ne kadar çok şeyden korkuyorum hakkaten...duygularımla yüzleşmekten, vazgeçmekten, kaybetmekten...halbuki ne bize ait ki tam olarak? Zaten sahip olduklarımızın tamamı aslında sadece ödünç aldıklarımız ve bırakıp gitmek zorunda olduklarımız değil mi??? Kendini köksüz hisseden başka insanlar da varmış, onu da gördüm bu arada. Bende bir sorun olduğunu düşünüyordum ama yalnız değilmişim meğer. Son dönemde aklımda sürekli dönen en güzel dizeler “içimi açtım sana, içini açmak için”...İlk bölüm çok doğru...içimi tüm yüzleşmem gerekenlere açtım galiba, içini görmek istediklerim ancak başaramadıklarım var hala. Karmaşık olan sen birilerine birşeyler anlatır ve onlarla tüm hayatını paylaşmak isterken birileri de seni hayatının merkezine koyuyor ve nasıl davranacağını bilemiyorsun. Hep bir bocalama var sonunda. Ama ne olursa olsun sevgiyle yoğrulmak güzel. Sadece bir haftalık eğitimde tanıdığım şahane bir kızın 4 yıldır tüm hayatımı biliyor olması, bana taa Brezilyalardan hediyeler göndermesi, Avusturya’da başlayıp Almanya’ya uzanan bir hikayedeki karakterin kalkıp Türkiye’ye beni görmeye gelmesi alıp buralardan götürmek istemesi -sadece kaçmak istesem biryerler var ama yapmayacağım!:)mutluluk verici ama anlamsız bir gelişme olarak kayıtlarda dursun öyle- bir arkadaşının hiçbir gerekçe yokken seni seviyorum diye bir mesaj atması...bunların tamamının tek bir güne sığması...güzel şeyler de oluyor ancak yine de tam da beklentiler karşılanmadığı için birşey hep eksik kalıyor. Geçecek diye bekliyoruz bakalım. Sanırım bu karman çorman yazı daha fazla uzamayı haketmiyor.Ama her lokasyondan izler taşıyan birkaç fotografı kesinlikle hakediyor.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir Fethiye Macerası

Bu yazı bir değişik Fethiye- Yanıklar Köyü deneyimleme yazısıdır. Bir Cumartesi öğleden sonra bu kez iş için değil, arkadaşlarımla değil, tam olarak tatil için değil, bir garip tutku için yola çıktım ben. Amaç sınırlarımı ne kadar zorlayabileceğimi görmekti. Mayıs ayında başladığım muay thai bende çığır açtı çünkü. Hayatının her döneminde aklına gelen tüm kurslara gitme girişiminde bulunmuş bir insan için durum o kadar anormal değil aslında. Ama benim için bile anormal olan, bu tutku için tek başına bir seyahate çıkıyor olmamdı. Yaptım, oldu!:) Günün sabah 6.00’da başladığı bir programdan bahsediyorum burada. Koşu, antreman, duş, kahvaltı, uyuklama:), kahve zamanı, öğle yemeği, deniz, antreman, duş, akşam yemeği...araya karışan tekne turları, Fethiye- Ölüdeniz turları, az biraz eğlence, bol sohbet, yepyeni insanlar tanıma, bir kısmı ile bundan sonraki zaman diliminde aynı yolda yolcu olacağınızı bilme, bir kısmını ancak bir durakta 5 dakika göreceğinizden emin olma, bir kısmını hayatta öğretmen olarak seçebileceğinizi düşünme, bir kısmına bir rakı masasında hayatınızı açabileceğinizi anlama, bir kısmının çok farklı olduğunu bilme/hissetme ve bundan ölesiye korkma- hayatını anlatma isteği duyma ama bir yandan da paylaşımlar arttıkça gelecek olanlardan endişelenip kaçma ve bu nedenle susma şeklinde bir deneyim yaşadım. Ne olursa olsun yaptığım şeyden çok zevk aldım. Çıkarılacak çok ders var. Alın bakalım işinize yarayacak bir kısmı...Bir “ADAMIN” insanları sürükleyebileceğini gördüm ben bu bir haftada. Yaptığı işe aşkla bağlı herkes hala dürüstse, sistemin bir parçası olmamışsa harikalar yaratabilir. Çok kısa bir sürede güveninizi kazanabilir ve siz onunla neresi olursa gidersiniz. Hem de “kız başınıza bile olsa:)” bu bir... İkincisi bahanelerim ile yüzleştim ben. Kültür farklılıkları, başka ülkelerin vatandaşları olma durumu, farklı dinler, mesafe var o nedenle olmuyor- olamıyorlar külliyen yalan. Birşey olmuyorsa yeterince “değer” biçilmediği içindir. Bir Türk ile bir Taylandlının aynı amaçlar için çabaladığı, mutlu, egolardan uzak bir ilişki gördüm ben. Aile kurmak ile gerçekten aile olabilmenin farkını birkez daha gördüm. Bu bir haftada sadece derslerdeki yüzünü gördüğüm ve egodan uzak, sabır abidesi, sakin, inandıklarını işine yansıtan bir adamın kendi doğal yaşantısındaki davranış biçimlerini de gördüm. Sanırım 2014 yılının bana kattığı en önemli şeylerden biri bu muay thai olayı ve Ediz Aydın oldu. Öğrencileri ile ilişkisinin yanında eşi ve çocuğuyla ilişkisini gördüm ben bu adamın. Ahir ömrümüzde peşinden koştuğumuz hedefler mutluluk kaynağı değil aslında. Huzur ve güven varsa ailede, arkadaşlık ilişkilerinde, yalnız kaldığında içinde...işte asıl önemli kısmı o. Bunu gördüm. Ben bir buçuk yaşını bile doldurmamış bir çocuk gördüm. Babasının omzunda, hiç ağlamayan, o omuzda hiçbir yere tutunma ihtiyacı duymayan- babasının kendisini tutacağından sonsuz emin...huzurlu, doğanın içinde sonsuz özgürlüklere sahip bir çocuk...Ben şahane bir baba, şahane bir öğretmen, şahane bir dost gördüm. Ayrıca da Tayland’dan buraya sadece 2 haftadır tanıdığı bir adam için İsviçre biletini yakıp gelen muhteşem bir kadın gördüm- (inandığım aşk modelinin hala olduğunu gördüm, o duygu varsa hiçbir engelin önemi yoktur!)...Kültürel farklılıklarla uğraşan ama pes etmeyen:) anlamaya- öğrenmeye çalışan, güzel, akıllı, on numara bir kadın... on numara bir aile. Öyle işte. Bir de bunların dışında yaşından olgun insanlar, adam olamamış çocuklar gördüm. Zor durumda kalındığında yeni insanların eskilerinden çok daha sağlam durabildiğini, canciğer kuzu sarması görünen ilişkilerin nasıl sahte olabileceğini bile gördüm. Kendi dost kavramıma birkez daha şükrettim:) yatırımı doğru yere yaptım diye sevindim. Fazla hassasiyet gösteren tavrımla herşeyi içselleştirdim- ya sen neden böylesin deme noktasına geldim...arada kaba olma noktasına da geldim ama inanmayacaksınız kendimi kendimce tuttum:) Böyle bir haftaya nokta koydum. Gelelim hisler kısmına...burası karışık...bir ajanda ile yola çıktım, çok kalem oynattım ama istediğim metinleri, yanıtları, aksiyon listelerini oluşturamadım. Bazı posalardan kurtulmaya kafa yordum- oldu ama başka birşeylere takıldım. Hiç beklemediğim birşeye takıldım. Belki başka bir yazının konusu olur belki de unutulur gider, kim bilir... Malum bir süredir bazı hedeflerden uzaklaşmış hissediyordum kendimi, hala da öyle. 2015 için yeniden alıp başını gitme durumlarım vardı- bilen bilir...bunun olması için de benim üstüme düşen bazı görevler vardı ama onları tamamlayamadım- hala yola çıkamıyorum, bir sebebi olmalı ama işaretleri göremiyorum. Bu nedenle de hala bekliyorum. Zamanında birisi bana, bazı kararları alırken kendine sürekli “korkmasaydım ne yapardım?” diye sor demişti. Ne zaman sorsam yanıtlar karşısında şok olup kalıyorum. Anlayacağınız bu seyahatte de bolca soru sordum, yanıt bulamadım...İnsanın kendinden bile sakladığı ne kadar çok şey var...Aman işte öyle. Bu bir hafta boyunca çeşitli gruplarla bolca felsefe yaptım. O nedenle burada bırakıyorum. Doğal ortamdan birkaç fotoğraf da koyuyorum ki yazdıklarım havada kalmasın zihninizde :) Haydi bakalım iyi okumalar...

26 Temmuz 2014 Cumartesi

6 ay sonra bir doğumgünü yazısı...

Son yazımı 31 Aralık 2013’te yazıp günlük niteliği taşıyan bu bloğa çoktan veda etmiştim- zaten şartlarda değişmişti, Viyana’dan İstanbul’a geri gelmiştim. Kalem oynatamayacak moda da girmiştim- hala da o moddayım ama azıcık geçen doğumgünümden bu doğumgünüme olanların muhasebesi, çoğunlukla da verilmiş bir sözü yerine getirmek kaygısıyla zorladım kendimi. Alın bakalım:) Bir defa yıllar geçiyor ama bir yandan da aynı şairin dediği gibi “Gökyüzü gibi birşey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor”. Tabii bu iyi birşey mi kötü birşey mi onun değerlendirmesini size bırakıyorum. Geçen seneden bu seneye hayatımda hiçbirşey değişmedi ve çok şey değişti. Başka bir ülkeye taşındım, geri döndüm, bolca seyahat ettim, çok insan tanıdım, farklı kültürlerdeki enteresan davranış biçimleriyle yüzleştim, bir kısmını çaldım bir kısmından ölesiye kaçtım, hayat kurdum, hayat yıktım, yap-boz gibi sürekli oluşturdum ama beğenmedim değiştirdim şeklinde takıldım durdum. Kalp kırıklığı, hayalkırıklığı, delice mutluluk biraradaydı. Ama zaten bilirsiniz iniş çıkışlarım çoktur benim. Hiçbir şey değişmedi yani. Bolca indim çıktım- düştüm kalktım. Geçen yıl bugün başka bir ülkede, uzak bir şehirde, tek başına doğumgünü modundaydım... Büyük doğumgünü partilerine veda etmeyi tam da geçen yıl bu durumda öğrendim. Ama mucizeler heryerde insanları buluyor. Annem kalktı sürpriz bir ziyaret yaptı, soğuk dediğimiz Avusturyalı iş arkadaşlarım pastalar kestiler, o dönem için özel ve önemli olan şimdi sevgiyle andığım birisi şahane bir kahvaltı sürprizi ve çiçeklerle günüme neşe kattı, dostlarım- kardeşlerim aradı, koca koca paketler gönderdiler taa oralara...yalnızlığımı hissettirmediler bana kısaca. İşte ben o zaman anladım...hiçbir şeyi kuralına uydurmak zorunda değilim. Değilim çünkü her durumda hayatımda kalmaya devam edecek insanlar topladım ben. Öğle rakısı cümlem gelsin “ Ben arkadaşlarıma yatırım yaptım” tam da böyle işte... her durumda başımı omzuna yaslayabileceğim şahane insanlar oluyor hayatımda. Nasıl bu kadar şanslı olabiliyorum bilmiyorum. Sadece şükrediyor, teşekkür ediyorum... Aaa bu arada kandırılmadım mı? Çok kandırıldım. Ülke sınırlarına girdiğimin bir saat sonrasında ilk darbeyi almıştım bile:) şimdi gülüyorum- o zaman idrak edememiştim durumu tabii. İnsan kendi yalnızlık hissini doldurmak için başkalarını kurban etmeyi tercih eden bir varlık işte. Öyle olmamayı öğrendim. Hata yapmadım mı? Çok yaptım. Gördüklerimi- farkettiklerimi kolaya kaçıp, görmemezlikten geldim, üzerinde bir dakika düşünülmemesi gereken konuları hayatımın merkezine aldım, çok düşünülmesi gerekenleri hızlıca taça attım. Ama genelde dürüst davrandım. Kimseye olmayacak vaadler vermedim, üzdüğüm insanlar için fazlasıyla bedel ödedim- hepsini de kalpten verdim, düşünmedim. Bulunduğum noktada çok iyi tanıyanların eskiye dönmeyi düşünmez misin yeni tanıdıklarımın ise aha valla acaip bir tip dediği kişiyim:))) kendimle barışık ama eskisi kadar da neşeli olmayan kişiyim.“Bütün bunları öğrendim ve artık geri dönüş yoktu, cehalet bir zamanlar sonsuz mutluluktu” dizelerinin birebir destekleyicisiyim. Hepsinin yanında birazcıkta içten içe aynı kişiyim- duygularıyla başedemeyen- birşeylere birilerine ilgi duyduğunda iki ileri- bir geri yapan- birgün konuşan ertesi gün otomatik olarak kaçma ihtiyacı duyan, benim olan bende kalsıncı, çok sevdiklerine daha kırıcı, oyle bol iniş çıkışlı, olabildiğince dürüst, arada patavatsız, bolca hayal kuran- bazı insanlar bu amaçla geliyor zannımca dünyaya, gezme odaklı, öğrenme odaklı,hala mucize odaklı, asabi kişiyim. İşte bir yıl daha geçti gitti ve ben yine temel değerler çevresinde dönüp çember dışında değişiklikler yapmaya devam ediyorum. Şahane doğumgünü mesajları için, bir şekilde hayatıma girdiğiniz- kaldığınız- teğet geçtiğiniz için, bazen farkına varmadan sadece orada olduğunuz için, bir kısmınız sadece gülümsediğiniz için- bir gülüşün içimi oynattığı durumlar oldu:) , dinlediğiniz için, anlattığınız için, bol renkli olduğunuz için, benim olduğunuz için, benimle olduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Ben gitme diyemem ama gitmeyin olur mu... Sanırım herşey bundan ibaret...eklenecek son şey bir eski fotoğraf olabilir zannımca.