22 Eylül 2013 Pazar

Son Çalışmalarım :)

21 gündür yazı eklememişim...utandım hemen işe koyuldum :) Geçtiğimiz dönemde bir haftasonu kendimi Burgenland'da yani Avusturya'nın regionlarından birinde buldum. Çok güzel bir haftasonu geçirdim. İstanbul'dayken uzun süre doğa ile bütünleşmekten sıkılır, bir an önce sıkışık trafiğe, gürültüye, strese geri dönmek isterdim. Burada durum tamamen farklı oldu. Bunu nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum ancak ben doğa ile burada tanıştım:) Yemyeşil deyince neyin kastedildiğini, suyun temizliğini, ortamın sakinliğini, insanların huzurla- mutluluk içerisinde, sağlıkla yaşamlarını idame ettirdiklerini hep burada gördüm. Kimsede geçim derdi, kariyer derdi...benzeri birşey yok. Herkes toprağıyla, yürüyüşüyle, sporuyla, çocuğuyla, köpeğiyle iletişim halinde. Bir takım hırsların esiri değiller... Çünkü bize öğretilen çok başarılı olmak zorundasın, en iyi okullara git, en iyi yerlerde çalış mantığı yok. Biz kendi ülkemizde çalışmazsak o kalabalık içersinde kaybolur gideriz baskısıyla yetiştiriliyoruz. Burada ise herkes bir şekilde hayat standartlarını koruyacağından emin. Neyse kişisel değerlendirmelerimi bir kenara bırakıp yaptıklarımızı anlatayım... Çok güzel yemekler yedik, upuzun yürüyüşler yaptık, parklarda-bahçelerde oturduk, göle gittik, Avusturya kültürünün vazgeçilmez bir parçası olan Heuriger'da şaraplarımızı yudumladık...bunun dışında bir de büyükanne-büyükbaba ziyareti yaptık. Yaşlılar heryerde, her kültürde aynılar. Torunlarını bağırlarına basıyor, sevgiyle kucaklıyor, bolca yedirip içiriyorlar...torunlarının arkadaşlarıyla Almanca pratik yapıyorlar :))))) Pazar öğleden sonra bu kısa tatil son bulduğunda eve dönmek istemedim. Burgenland'da bir ay kalsam ne kadar huzur dolu bir insan olabileceğimi hayal ettim. Ruh temizliği yaparım gibi geldi- Ne demekse... Bir de İngilizce bilen olmadığı için zorunlu Almanca ile ne kadar gelişme kaydedeceğimi düşündüm tabii:) fayda odaklı çalışıyorum. Bunun dışında bir de stad ortamı göreyim diye gittiğim Avusturya- İrlanda maçı var. Ülkemdeki futbolun gözünü seveyim. Bir tutku vardır, delifişek gibi genç yetenekler, cin gibi yaşlılar vardır...Burada havada bir sağa bir sola yalpalanan toptan başka birşey görmedim ben. İlk yarıda resmen uyuyordum. İkinci yarıda en azından bir gol oldu da oyuna bir renk geldi. Ancak gerçekten de futbolda iyi değiller. Bunun dışında tango ve spor salonu maceraları son hız devam ediyor...Viyana dolaylarındaki restaurantlar talan edildi. Bisiklet turları yapıldı. Favori cafeler zaten kaydedilmişti...Artık bir Türk restaurantı tecrübem de var...Canım Galatasarayımın Real Madrid ile imtihanını görmek için Kent Restaurant'ta yer ayırttık. İzlemez olaydım:) Neyse o konulara girmeyeyim... Yemekler gayet güzeldi ancak ortamı çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim...Ama gittiğim insanlar şahaneydi o ayrı. Şirketimden benim gibi delege olarak buralarda bulunanlar ve bir de 20 yıldır Viyana'da çalışan bir arkadaşımız ile toplamda 5 kişilik bir Türk grubuyduk. Geceyarısına kadar devam eden yeme-içme ve Galatasaray'ın yenilgisini gözyaşlarıyla izleme faslı yanında yurtdışında hayat, farklı Viyana tecrübeleri, iş hayatı değerlendirmesi kısımlarından inanılmaz keyif aldım. 3. ayımda şehrimi ve kendi habitatımı özlediğimi de hissettim bu arada. 3 ay demişken artık Türkiye ve Avusturya arasındaki kültürel vb farkları da bir kısım sıralayabilecek durumdayım bence...Buyrun değerlendirin :))) 1. Avusturyalılar hava durumuna bakmadan program yapmıyor- Türkler yağmur-çamur düşünmeden sokaklardalar. 2. Avusturya'da hizmet sektörü zayıf, fazla soru sorar- siparişinizi değiştirirseniz bir garsondan dayak yeme ihtimaliniz çok yüksek- Türkiye'de müşteri hala çok kıymetli- ŞÜKÜR 3. Avusturya'da inanılmaz bir cafe kültürü var, kilo almamanız mucize- Türkiye'de yeni başlayan bir cafe kültürü var, ilerde daha iyi olur inşallah:))) malum pasta- börek en sevdiğim şey 4. Avusturya'da yaşlı nüfus tavan yapmış durumda. Pazar günleri tüm cafelerde kokoş, yaşlı teyzelerimizi görürsünüz. İçimden keşke bizde de yaşlılar bu kadar mutlu ve huzurlu olsa diye geçiriyorum sürekli. Bol makyaj, yapılı saçlar, kekler-kahveler, hoş sohbet. Türkiye için bu maddede birşey yazmayacağım 5. Pazar günleri demişken...Burada Pazarları heryer kapalı- kabus. Şehir ölü sanki. Türkiye'mde gez-toz, alışveriş yap, eğlen...Ne istersen. Bu durum üzerimde baskı kurdu. Her Cumartesi marketteyim. Sanki birşey eksik kalsa Pazar günü aç ve açıkta kalacağım hissi taşıyorum :) 4. Avusturyalıların çoğunluğu soğuk, samimi davransalar bile bizdeki ruh eksik gibi- Türkler hep daha candan ama hayalkırıklığına uğrama ihtimaliniz de daha yüksek tabii 5. Avusturyalılar en basit konuda bile düşünme payı bırakmaya bayılıyor- Türkler aksiyon alalım diye kendilerini parçalıyorlar 6. Avusturyalılar da bahşiş olayı hesabın üstüne eklenerek garson tarafından direk alınıyor- bizim bahşiş adabımız var biliyorsunuz. Türk methodunu tercih ederim:) 7. Avusturya'da kahvaltı kruvasan-kek...yoksa salam ve bolca peynir ile sandviç demek. Türkiye'de en sevdiğim öğün kahvaltı ya...özledim... 8 Avusturya'da içe dönüksünüz...Siz ve aileniz. O kadar. Türkiye'de dışadönüksünüz. Herkesle bütünleş, konuş, gözlemle halimiz var. İkisinin ortası ideali sanırım... Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Karmaşık fotoğraflarımı da ekliyor, umarım keyifle okursunuz diyorum! Viyana'dan sevgiler!

9 Eylül 2013 Pazartesi

Bir Veda Hikayesi...

Pazar sabahından beri hislerimi nasıl anlatsam diye düşünüyorum. İnsan bazı durumlarda daha planlı olmak ve kalemine geleni yazmak değil, en iyisini yapmak için bekliyor...Ancak ne kadar beklenirse beklensin en iyisinin olmayacağı, duyguların tam olarak ifade edilemeyeceği durumlar da var...Bu da tam o durumlardan biri... Pazar sabahı doğanın içinde, bir kasabada gözlerimi açtım ancak günlük alışkanlıklarımdan vazgeçmeyerek önce maillerimi sonra da sosyal medyadaki hesaplarımı kontrol ettim. Son yüklenen yorumları okurken o satırlar çarptı gözüme..."Onemli Sanatcimiz Mete Ugur'u kaybettik. Bana guzel tavsiyelerini hic unutmayacagim. Hepimizin basi sagolsun. Nur icinde yatsin. Allah ailesine sabirlar versin..." Aynen böyle yazıyordu işte. Bu satırları yazan ise Siemens Opera Yarışması İkincisi sevgili Umut Kosman'dı. Mete Uğur- Devlet sanatçısı, Türkiye'de Opera denince ilk akla gelen isimlerden, yurtiçinde ve yurtdışında ülkemizi başarıyla temsil etmiş çok değerli bir isimdi...Ama hepsinin yanında çok değerli bir insandı. 2 yılımı doldurduğum şirketimde pek çok etkinlik gerçekleştirdim ancak bunlar içerisinde bana en çok mutluluk veren sosyal içeriği olan konulardı...Opera Yarışması'da en güzel örnek. Geçen sene destek verdiğim yarışmayı bu sene ben gerçekleştirme fırsatı buldum. Mutluluktan uçtum. Sebebi yarışmanın sanata ve genç arkadaşlarıma katkısını en yakından gözlemleme şansı yakalayacak olmamdı. Bir de Türk sanat dünyasında başarıdan başarıya koşan, saygın ve değerli jüri üyeleri Mete Uğur ve Yekta Kara ile ve yurtdışındaki çok başarılı operaların başındaki isimler ile biraraya gelecek olmam...Çoğu iletişimcinin temel özelliği olan çok konuşma ve çok soru sorma yönüm ile hem Mete Bey hem de Yekta Hanım'a operanın Türkiye'deki yeri, yurtdışı ile kıyasladığımızda ne durumdayız, ne yönlerden gelişmemiz gerekiyor...aklıma gelen tüm soruları sordum. Onlar da bıkmadan- usanmadan yanıtladılar beni ve bazen de renkli anılarıyla güldürüp başka dünyaların kapısını açtılar bana... Yarışma boyunca kendileriyle birarada olma onurun yaşadım ben. Sonuçlar açıklandığında dereceye giremeyen arkadaşlarımızla nasıl hassasiyetle ilgilendiklerini, onların daha iyi olması için yaptıkları değerlendirmeleri gördüm. Yarışmayı kazanan arkadaşlarımızın sevinçlerini ne kadar büyük mutlulukla paylaştıklarını, onları nasıl desteklediklerini gördüm...Şahane anılar biriktirdim...Opera yarışmasına katılan çok değerli arkadaşlarımla iletişim halinde olma, onların sanata bakışları, hayata bakışları, başarı hırsları- istek ve azimlerine ortak olma şansı yakaladım...Her birinin çok iyi yerlere geleceğine gönülden inanıyorum... Seneye bir opera yarışmasını daha gerçekleştireceğimizi ve yine genç arkadaşlarımızın performanslarını mutlulukla izleyeceğimi biliyorum...Ancak çok önemli bir mihenk taşının orada olmayacağıni özümsemeye çalışıyorum. Kendisini tanıma fırsatı yakalayan arkadaşlarım ne demek istediğimi benden çok daha iyi ifade edeceklerdir. 2 ayımı tamamladığım yurtdışı maceramda bugün ilk kez İstanbul'da olmak istedim. Kendisine Süreya Opera'sında düzenlenen törende bulunarak veda edebilmek daha anlamlı olurdu ancak ne yazık ki olamadı. Uzun lafın kısası; bazı boşluklar dolmaz...Mete Uğur'un Türk Opera sanatındaki değerli yeri de dolmayacaktır. Cenazesine katılamadığım değerli büyüğüme en iyi bildiğim method ile- yazarak veda ediyorum...Yazarken çok zorlandığım bu satırları burada sonlandırıyorum...

6 Eylül 2013 Cuma

Eylül geldi çattı...

Eylül ayına girmiş bulunuyoruz. Yaz bitti. Zaten Viyana'da yaz Ağustos ortasında sona ermişti. Bense getirdiğim şortlarla atletleri üstüste giyip ısınmaya çalışıyorum :))) Şaka bir yana perişanım. Ekim sonuna kadar yaz gibi takılmaya alışmış ve hatta geçen kışı da bir deri ceketle :) tamamlamış olan bünyem bu hava değişimini kabul etmedi. Şu an isyanda. Ruh halim dalgalı. Depresyona yaklaşıp son anda gördüğüm iki dakikalık güneş ışığından olumlu etkilenmeye çalışıyorum. Daha beteri yağmuru sevmiyorum :). Ancak negatif halimden etkilenmeyin diye hissiyat durumunu bir kenara bırakıp olan biteni anlatmaya başlıyorum... Tango dersleri aynen devam. Bir gelişme var mı derseniz yok. Ancak bırakmamaya karar verdim. Ben İstanbul'da Arjantinli- ödüllü bir hoca nerede bulacağım? Merak edenler Youtube'tan videolarını izleyebilirler. Adam bir harika- Martin Acosta. Turistik gezilerim biraz yavaşladı ancak geçen haftasonu Almanca öğretmenimin sayesinde şahane bir cafe keşfettim. 1800'lerden günümüze geliyor. Kubbemsi iç yapısından dolayı bende Osmanlı izleri taşıyor izlenimi uyandırdı. Şahane tatlılarının ve kahvesinin yanısıra piyano resitalinden de bahsetmem gerekiyor. Arada tek başıma da gidip ruhumu dinlendirebileceğim bir atmosfer - Cafe Central. Linki de burada http://www.palaisevents.at/cafecentral.html Viyana'ya gelirseniz mutlaka gidin derim. Hatta ben buradaysam beraber de gidebiliriz :) Bir de Aida Cafe'ler var. Bunlar tüm turistik kitaplarda, web sitelerinde geçiyor. 1980'lerden kalma iç dizaynı ile enteresan bir havası var. Bir kere gitmiş olmak için gidilir ancak bence bir özelliği yok. Son dönemde sanırım daha çok pasta börek ağırlıklı çalışmışım. Yazdıklarımdan bunu çıkardım. Ancak şimdiki aktivitem bu izlenimi tamamen değiştirecek bir aktivite:))) Business Run'dan bahsediyorum! Viyana'da pek çok şirketin katıldığı bir koşu var. 5 kilometrelik bir mesafeyi koşup sonra da kendi şirketinizin etkinlik alanında doyasıya eğleniyorsunuz. Bazı can sıkıcı hadiselerden dolayı koşsam mı koşmasam mı diye düşünürken son noktada bir daha ne zaman böyle birşey yaşarım deyip çıktım yola. İyi ki de katılmışım. Spor yaptım- yedim, içtim- dostlarla dertleştim- şahane bir akşam geçirdim kendimce. Mottomuz "run for fun" dı. Tabii öyle olunca kasmak için çok neden kalmadı. Hepimiz kendimiz ile yarıştık ve elimizden gelenin en iyisini yaptık:) Sportif aktivitelerde bu kadar kalabalık görmeye alışık değilim- pek mutlu oldum. Ve tüm bunların yanında Viyana'da iki ayımı tamamladığım bugünde şahane bir insandan şahane bir hediye aldım. Arkadaşlık dediğimiz de şu deliler için kullandığımız tabire benziyor bence...bir deli bir kuyuya taş atıyor...falan filan...ve benim o kuyuya attığım taş, ben o kadar süper bir arkadaş olmamama rağmen bana hep olumlu döndü. Okulu yeni bitirmiş sadece stajyerlik tecrübesi olan bir genç çocuk olarak Fox'un kapısından girmiştim ve benden birkaç ay sonra da ekibe 40 kilo civarında, minicik bir kız eklenmişti... O kız sonra bizim gurubumuzdaki can arkadaşımızı tavlayıp onla evlenmişti...ve o kız daha da sonrasında benim kardeşim, sırdaşım, iş ortağım olmayı başardı...biz senelerce kurduğumuz fashion sitesinin ortaklığını yürüttük beraber. İş ortaklığı, kalp ortaklığı ile ölçülemez bile. Yazdıklarımın üstüne bir kelime daha eklemeyeceğim. Sadece benim karşıma hep iyi insanlar çıktı...bunu söyleyeceğim. Bu şahane insan bugünüme ışık kattı. Bana yazdığı mektup son derece hisliydi ve bunun yanında 1. dereceden en net anlatımdı. Fotoğrafları da paylaşıyorum tabii...ve mutlaka aldığım mektuba cevap yazacagım. Daha uzun yazmak istiyorum ancak düşüncelerim dağınık. O yüzden en iyisi herşeyi olduğu gibi bırakmak gibi gözüküyor... tam da şu anda...olduğu yerde olduğu zamanda herşeyi bıkarıyorum...