27 Temmuz 2013 Cumartesi

Bir 25 Temmuz Yazısı

Yazarınız 25 Temmuz'da dünyaya geldi. Bu nedenle bugüne özel bir hissiyat yazısı yazmasam olmazdı. 25 Temmuz 1983'ten 25 Temmuz 2013'e tam 30 yıl oldu. Ben artık 30 yaşındayım. Garip bir his ancak kesinlikle kötü diyemem:) 3'lü sayıları telaffuz etme problem yaşayabilirim sadece o kadar. 30 yaş için hayalim tüm sevdiklerimin olduğu, ailemin- arkadaşlarımın- geçmişimin- biraz da geleceğimin olduğu bir doğumgünü kutlaması yapmaktı. Ancak olaylar çok hızlı gelişti ve Temmuz mu Ağustos mu derken kendimi Viyana'da buldum biliyorsunuz...Bir şekilde geçen Temmuz ayı içerisinde beni en çok endişelendiren gün 25 Temmuz'du çünkü her zaman birşeylere olması gerektiğinden fazla anlam yükleyen bir insan oldum ben. Buna kendi doğumgünüm de dahil. Sabah uyandım, kısa bir yürüyüş yaptım, duş aldım, hazırlandım, ofise gitmek için yola koyuldum. Son dönemde edindiğim çikolatalı kruvasan ile kahvaltı alışkanlığından pişmanlık duyarak ama bir yandan da "aman canım bugün doğumgünüm, bugün yemeyeceğim de ne zaman yiyeceğim" diyerek Der Mann adlı fırından kuruvasanımı aldım ve 08.30'da ofisteydim. Kahvemi yaptım ve masamın başına geçtim. İlk sürprizim yan masamda oturan Thomas'tan geldi:) bana kendi üretimi olan şaraplardan bir şişe getirmiş:))) yüzümde kocaman bir gülümseme ile hediyemi kabul ettim ve keyifle kruvasan ve kahvemi hüpletmeye başladım. Kahvaltımın ortalarında başka biri gelip hadi beraber kahve içelim dedi. Hemen saati kontrol ettim 09.15. Bir yandan içmesem daha iyi olur diye düşünürken diğer yandan ama bugün doğumgünün sesini duydum tabii yine :) ve seçimimi kahve içmekten yana kullandım. Koridor boyunca ofisin mutfağına doğru yürürken alakasız sorulara cevap vermeye çalışıyor bir yandan da bu sohbet nereye gidiyor acaba diye düşünüyordum tabii:) sonra neden gereksiz bir sohbet içerisinde olduğumuzu anladım...Mutfak masasının üzerinde aşağıda göreceğiniz şekilde benim için hazırlanmış bir kahvaltı konsepti vardı...Çok çok çok şaşırdım:) çok çok çok mutlu oldum. Utanmasam neredeyse ağlayacaktım:)))Yediğim kruvasanın üzerine yarım kruvasan daha ve bir de bol kremalı bir çörek yedim. Bir yandan mide bulantısı çekerken diğer yandan bu inceliğe karşı kabalık etmeyeyim çabasındaydım. Bir kez daha anladım hayatı akışına bırakmak ve olanı olduğu gibi kabullenmek kavramlarının önemli olduğunu. Evet, büyük katılımlı bir partim olmadı ama yerine şahane bir sabah kahvaltısı kazandım! Öğlene doğru farklı iki ofis arkadaşımın aldığı pastada mum bile üfledim:) Hediyelerimi toplayıp evimin yolunu tuttum çünkü en güzel hediye oradaydı. Doğumgünümü yalnız geçireceğimi ve bünyemin bunu kaldıramayacağını düşünen annem yollara düşüp Viyana'ya attı kendini:) en büyük doğumgünü sürprizi kendisiydi...Beraber şahane bir yemek yedik ve küçük bir şehir turu yaptık. Tabii o da eli boş gelmemiş hehehe:))) hediye almayı seviyorum!!! Bir kez daha ne kadar şanslı bir insan olduğumu düşündüm ve şükrettim. Şükrettim çünkü şahane bir ailem var. Bu aileyi şekillendiren on numara bir annem var. Ağlarım güldürür, kızarım sakinleştirir, zaman zaman dar bakış açılarında kaybolurum mahsur kaldığım yerden çıkarır, en iyi dosttur, sırdaştır, arkadaştır, candır... Şahane arkadaşlarım var. Ararlar-sorarlar- ince eler sık dokurlar, dalgalı ruh halimi stabil tutarlar, öğle rakılarında dert masalarında- eğlence masalarında- günlük konularımda- ömürlük konularımda en candan dinleyiciler ve en şahane anlatıcılardır, ufkumu genişletir hayatıma renk katarlar...Hayatımın son dönemine anlam katan büyüklerim var...onlara akıl danışmak, hikayelerini dinlemek, kendi hikayemi yazışıma ışık tutma çabalarını görmek beni sürekli heyecanlı tutar...Tabii bir de hayatıma girip sonra yokolan insanlar var...hayalkırıklığını kendilerinden öğrendiğim, sayelerinde daha güçlü oldum dediğim, hepsi şimdi değerlendirdiğimde kalben iyi olan ama kafa olarak- ruh olarak benden uzak olan insanlar...Dost sohbetlerinde sık sık dile getirdiğim gibi ben dostlarıma yatırım yaptım. Düştüm kaldırdılar, korktum cesaretlendirdiler, sevindim sevindiler, üzüldüm başımı omuzlarına koymama izin verdiler...Yani ne diyorum biliyor musunuz? Bu insanlar şu anda olduğum insan olmamı sağladılar...30. yaşgünüm kendi özdeğerlendirmem ile bitti...Oturdum yukarıdaki satırları kaleme aldım. Sanki hafifledim. Bolca teşekkür ettim, bolca şükrettim...Daha uzun yıllar aynı insanlar ile benzer yollarda yürümeyi diledim. "Bakalım önümüzdeki yıl ne ile karşılaşacağım ve nerede olacağım" dedim. Biliyorum herşey daha iyi olacak diyorum ve 30 yaş defterini bir sürelik kapatıyorum...iyi geceler!

26 Temmuz 2013 Cuma

Maceradan Maceraya

Anlatacak çok hikaye birikti çünkü bir süredir bir kelime yazmaya fırsatım olmadı. Sebebi çok çılgın misafirlerimin olmasıydı. Merve-Beliz-Cengiz üçlüsü geçen Perşembe geldiler ve bu Salı evlerine döndüler :( Şu hayatta kardeşimden sonra bana ikinci kardeş olan kişidir Merve. Ona sırtınızı yaslarsınız ve bilirsiniz ki arkanız sağlam...tehlike yok, tehdit yok, üçkağıt yok...herşeyini sizinle paylaşacak ve sizi sizden çok düşünen bir insan var orada. Neyse duygusal kısımlara girmeyeceğim. İşte böyle can bir arkadaş ve ailesini kutu gibi evimde ağırladım:) gerçi onların benim için yaptıklarını düşününce ağırladım diyemiyorum pek ya...Neyse. Beliz'in 17 aylık olduğunu göz önünde bulundurarak inanılmaz bir performans sergilediğimizi söylemeliyim. Şehirde gitmediğimiz yer kalmadı. Hatta şehiri bırakın ülke sınırlarını aştık. Geçen haftasonu Bratislava'daydık. Küçük ama güzel bir şehir. Eğlence hayatının güzel olduğu söyleniyor- göreceğiz. Bu ziyaretimiz tarih ve yeme-içme odaklıydı- bir dahaki sefere odak noktamızı değiştireceğiz tabii :))) Burada her dışarı çıktığımda yeni Türkler ile tanıştığımı bir kez daha belirtmek isterim. Son olarak en ünlü turistik alanlardan biri olan Naschmarket'a gittik ve yanyana pekçok küçük restauranttan birinde, bir italyan restaurantında yemek yemeğe karar verdik- daha doğrusu biz öyle sanıyorduk. Kapıda o mu bu mu diye tartışırken yanımıza bir adam geldi ve abi iki dükkanda benim istediğinizde yiyebilirsiniz dedi:))) bir İtalyan ve bir Asya mutfağı ve sahibi bir Türk. Süper kombinasyon. Anladığım bu yemek işinde para var. Yani Türk mutfağından iki yemek kıvırabilsem burada açarım bir yer paraya para demem:) Bunun yanında Merve'nin getirdiği hediyeler acaipti. Bunu da burada yazıyorum ki yeni gelenler bilsin ki beklentilerim yüksek:PPP Barcelona seyahatlerinden alınmış bir kupa ve anahtarlık, Madame Coco'dan alışmış şahane havlu- peştamal- pike üçlüsü, ve Fabrika'dan tam bedenime uygun bir pantolon ve bluz:) yani doğumgünü hediyem... Bu doğumgünü için tüm sevdiklerim ile bir kutlama hayal etmiştim ancak "Siz planlar yaparken Tanrı yukarıdan gülermiş" özlü sözüne bir kez daha hak verdim. Viyana'dayım ve sevdiklerim- arkadaşlarım hepsi başka biryerlerde...İlk yazılarımdan birinde tek başımayım ama yalnız değilim demiştim. Aynen o hissiyat ile yola devam ediyorum. 22. günümü doldurdum. Bu süre zarfında arayan-soran, yardıma ihtiyacın var mı, geleyim mi, ne zaman geleceksin diyen bir sürü dostum vardı. Hepsini seviyorum hayatımı daha renkli ve anlamlı hale getiriyorlar. Bu kısmı çok uzatmayacağım çünkü ayrı bir doğumgünü yazısı eklemeyi planlıyorum. Anlayacağınız son dönemde ilk misafirlerimi ağırladım, tüm şehri arşınladım, acaip yedim-içtim, yemek olayından çok etkilenmedim ancak tatlılar beni gerçekten benden aldı :))) tehlikeli olabileceğini farkettim:), ve tabii en önemlisi işe gittim geldim, projelere entegre oldum, kendime projeler yaratmaya çalıştım...Yurtdışında çalışmaya- yaşamaya alıştım ve ben bu işi kıvırabilir miyim soru işaretinden az da olsa sıyrıldım...durumum budur! Bu arada fotoğraflar sırasıyla Viyana Operası'ndan, çeşitli pastanelerden, turistler mutlaka görsün denen Lunapark'tan:)

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Budapeşte'den bildiriyorum...

Cuma'dan Pazartesi'ye hayat bir hayli hareketliydi. Cuma günü öğleden sonra genç arkadaşım Murat ile bir şehir turu için sözleştik. Vienna International Center durağında buluştuk ve doğru nehir kenarına gittik. Zaten buradaki her aktivite bir şekilde nehire dayanıyor.
" Ufak bir bot turu yaptık. Fotoğrafları da paylaşmaya çalışıyorum zaten. Almanya'dan sonra Avusturya'da da Türkçe açıklamalara rastlamanız mümkün.
Nehrin ortasında kalırsanız motoru nasıl temizlemeniz gerektiği birebir yazılmış:) Motor turu sonrasında şehir merkezine doğru yol aldık. Süper bir meksika restaurantında yemeğimizi yedik. Ziyaretçilerimi götüreceğim ilk adres belli oldu böylece. Hadi gelin artık!:) Yemekten sonraki rotamız ise tarihi bölgeydi. Belediye Binası'nın önünde ücretsiz açıkhava sineması etkinliği var. Ağustos'a kadar devam ediyor. Ben böyle bir kalabalık görmedim. Biraz ileride Viyana Üniversitesi konumlanıyor. Üniversitenin bahçesine girdik ve soluklanmak için kendimizi çimlere attık. Anlayacağınız yedik, içtik, bolca gezdik:) eve gittiğimde saat 23.00'ı gösteriyordu. Aaaa bu arada bir de Avusturya hattı aldık bana. Kendi özel numaramdan ararsanız artık bana ulaşamayacaksınız. Bilginize! Cumartesi günümü evimi temizleyip toplamaya adamıştım. Malum Perşembe günü arkadaşlarım geliyor!!! yehuuuu:))) eee bir de Pazar sabahtan Budapeşte yolcusuydum. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı! Interspar'dan yaptığım alışveriş sonrası telefonuma bir mesaj düştü. Dear Buket, we will go to..... festival. Would you like to join us :))) gelen teklifi hemen kabul ettim tabi. On günde burada birkaç arkadaş yaptığımı söyleyebilirim. Ancak genel sorun şu ki bu insanlar ya benden çok büyük ya da benden küçükler.30 yaş civarına sesleniyorum! Neredesiniz arkadaş??? Neyse 45 üstü arkadaş grubum ile Viyana'ya bir saat mesafede bir köye gittik. Doğası gerçekten muhteşemdi. Eğlence tarzları ise bizden farklı ama kötü değil. Ben çok eğlendim. İçkiler, canlı müzik, bolca yemek, akşam yakılan ateş...sonrasında hadi gidip biryerlerde dans edelim formatında devam eden gece. Ayrıca türkçe dans müzikleri de çalıyorlar. Velhasıl bilmediğim yeni bir kültüre atlamış oldum. Başta ingilizce konuşmak konusunda biraz utangaç oldukları için daha mesafeliydik ancak birkaç biradan sonra herkes son derece konuşkan oluverdi. Bu arada misafirim diye ısmarlanan biralar da cabası. Şehir dışında insanların daha canayakın olduğunu düşünüyorum. Tabii bu ilk izlenimler. Bakacağız. Vee son olarak şu anda başka bir ülke sınırları içerisindeyim. Size Macaristan'ın Budapeşte kentinden yazıyorum:) Tren yolculuğu ile başlamak istiyorum söze. Pazar sabahı 9.30 dolaylarında Westbahnof'tan Budapeşte trenine atladım. Kendime bir yer seçip oturduktan sonra farkettim ki insanların biletlerinde koltuk numarası var ancak benim yok. Hemen bir görevli bulup "Benim bilet numaram yok, neden?" diye sordum. Adam yüzünde sen saf mısın? ifadesiyle bana bakarak online rezervasyon yaptırıp yaptırmadığımı sordu. Tabii yaptırmamıştım. Bu nedenle birkaç yer değiştirmek zorunda kaldım ve en sonunda hiçkimsenin tercih etmeyeceği bir ters yön koltuğa oturup hafif mide bulantısıyla Budapeşte'ye ulaştım. Yanımda Alman bir amca vardı. Viyana'da yaşıyormuş ve Bulgaristan'a gidiyormuş. Neden uçak ile gitmediğini sordum tabii direk. Meğer bacağında bir sorun varmış, doktor uçak seyahatlerini yasaklamış. Viyana'dan Sofya'ya 3 tren değiştirerek gitmek için önemli bir ziyaret gerçekleştiriyor olmak gerek diye düşünmekten kendimi alamadım ama çenemi tuttum tabii :)Neyse tren istasyonunda beni Rita karşıladı- kendisi benden önceki delege olur- arabayla bir şehir turu sonrasında güzel bir cafeye yerleştik. Planım beni almaya gelen ve evinin kapılarını bana açan sevgili arkadaşıma bir yemek ısmarlamaktı. Bilet kazasından sonra ikinci şokumu burada yaşadım. EU üyesi olan Macaristan'ın Euro kullanmadığına inanabiliyor musunuz? Ben inanmak istemedim:) Böylece "Forint" ile tanışmış oldum. Hesap ödemek bir kenara bütün hesaplarımı Rita'ya kaktım tabii. Sonrası eve gidip yerleşmece. Macar evleri yüksek tavanlı, bol camlı, geniş ve aydınlık. Apartmanlarda avlu var ve güzellik katıyor binalara. Herkesin çiçeği, bisikleti, çamaşırlığı vb. fazlalıkları dışarıda. Misafirperverlikte de bizimle yarışırlar. Misafire sürekli ikram ve rahat ettirmek için büyük bir çaba var. Bir süre dinlendikten sonra Budapeşte'yi akşam görmek üzere yola çıktık. Güzel bir barda içkilerimizi yudumladık. Hayata, işe, aileye dair sohbetlere daldık. Eve döndüğümüzde vakit bir hayli geçti. Yorgunluktan hemen devrildim yatağıma ve uyku moduna geçtim tabii. Sonrasi Budapeşte ofis ziyareti, Rita'dan çeşitli bilgiler alma, sorularıma yanıtlar bulma ile geçti. Çarşamba'ya kadar buralardayım. Çarşamba akşamı Viyana'ya dönüyorum ve Perşembe günü ise Merve ve ailesi benimle zaten. Daha ne isterim...Şimdilik bu kadar! Arada önemli bir gelişme olursa durmam paylaşırım zaten. Baktınız yazmıyorum bilin ki tekdüze hayatıma devam ediyorum:) Budapeşte'den sevgiler! Bu yazıyı Salı akşamı kaleme aldım ancak internet problemi, blogspot problemi, laptop problemlerinin kurbanı oldum...en sonunda update etmeden eklemeye karar verdim...O anki hissiyatım ve anlatmak istediklerim bunlardı çünkü. İdare edin bu seferlik!

12 Temmuz 2013 Cuma

Ufak bir aradan sonra...

Ufak bir aradan, blogumuzda meydana gelen teknik bazı arızalardan, ufak çaplı maceralardan, hafif gezip-tozmalardan sonra buradayım. Pazartesi'den bugüne ne değişti diye düşünüyorum bu satırları yazarken...Yolumu daha hızlı buldum mesela. Bir akşam dışarıya çıktım ve bir nehir kenarında bir beach club keşfettim, artık bir bisikletim var ve almaya niyetlenirken hop diye hediye edildi bana,
Türkiye'deki ofisimde çok sevilen bir isim ile arkadaş oldum ve bana upuzun bir gezilecekler-yapılacaklar listesi verdi, değişik insanlarla öğlen yemekleri yedim, on numara bir Avusturyalı kadın tanıdım...ve o kadın ile de bir kez daha gördüm ki eğer topluma az buçuk ayak uydurmayı reddediyorsanız dışlanmama ve dedikoduya maruz kalmama ihtimaliniz yok! Ama ne yapıyoruz? asla olduğumuz kişiden taviz vermiyoruz... Salı'dan başlayıp planlı gidiyim en iyisi...Salı günü mail adresime düşen mail kimsenin kullanmadığı bir kız bisikleti olduğu ve istersem benim olabileceği ile ilgiliydi:))) zaten fotoğrafını da göreceksiniz. Ben olur mu olmaz mı diye düşünürken Çarşamba akşamı yeni oyuncağımı almak için yollara düşmüştüm bile! hehe...artık tüm Viyana'yı bisiklet ile turlayabilirim. Yani teknik olarak koşullarım uygun ama bu enerjimin de olacağı anlamına gelmiyor tabii:) göreceğiz bakalım! Bisiklet için vermeye çalıştığım kira ücreti de reddedilince en iyisi arkadaşıma bir bira ısmarlıyım diye nehir kenarına sığındım. Zaten nehir kenarında beach club olayını da bu sayede keşfettim- her işte bir hayır var:) Ben bu şehirde hayat yok derken, 3 adım ötemde gençler haftaiçi falan dinlemeden kendilerini dansa adamışlar meğerse. Tabii bunları farketmem umut vadedici gelişmelerdi. Ofis dünyasına sıra geldiğinde ise bazı işleri devralmaya başladım. Güzel şeyler olabilir hissiyatı taşıyorum açıkçası. Söyleyebileceğim, yaptığım ve yapacağım şeyleri severek yapacağım. Sadece bu yavaş sisteme alışmak zor. Biz kendi evimizde hızla sonuca ulaşmaya çalışmaya, deadlinelara alışmışız. Viyana'da kafalar başka türlü çalışıyor. Normal şartlar altında 3 günde bitireceğim bir işe deadline sorup Ağustos'ta bakarız yanıtını aldığımda küçük dilimi yutuyordum mesela. Kendime not: Sakin ol! sindire sindire ilerle:) Anlayacağınız şükür edebileceğim bir hafta geçirdim ben...İyi insanlarla karşılaştığım, kendimi ifade edebildiğim, yalnızlık ve yanlışlıkları kabullenip onlardan da ders alabileceğim verimli bir hafta geçirdim... Kısa süre olmasına rağmen özlem duyduğum şeyler de oldu tabii... Ailemi özledim mesela. Can arkadaşlarımı özledim. Pazar öğle rakılarımızı özledim. Aradığımda hadi kahve içelim diyebilme özgürlüğünü, İstanbul'un yazını, Alaçatı'nın yazını, bu haftasonunu nerede geçirsek planlarını, akşam nerede eğlensek durumlarını özledim... Neyse işte...merak edenlere söylemek istediğim evet özledim ama idare edebiliyorum. Temmuz ayının devamında çeşitli maceralar ile aranızda olacağım. 18-23 Temmuz Merve'm, Beliz'im ve Cengizcan'ın ziyareti, 26-28 Temmuz Almanya'dan 3 deli kızın ziyareti ile geçecek. Bu Pazar günü de Budapeşte yollarında olacağım. Anlayacağınız ben Temmuz'u devirdim, darısı başınıza!

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Pazar'ı da atlattık!

Evet... Kazasız belasız haftanın en tatsız günü olan Pazar'ı ve Pazartesi'yi de geride bırakmayı başardım. İstanbul'da da sevmezdim Pazar'ları ama burada iyice tavan yaptı duygularım. Bütün alışveriş merkezleri, mağazalar, dükkanlar...herşey kapalı...sokaklar bomboş. Kardeşim neredesiniz? ne yapıyorsunuz? anlaşılır gibi değil. Tabii bu noktada canım kitabım "Hasret" e sığınmaktan ve kendimi çimlerle nehire atmaktan başka çarem kalmadı. Evden kalan şahane Pazar kahvaltısı geleneğini bozmadım! Reçel, yağ, yumurta, domates, şahane tahıllı ekmek, birkaç çeşit peynir...daha ne olsun...İnsanın kendi başına kahvaltı etmesi de başka bir eziyet ama oraya hiç girmeyeceğim- yazının bu noktasında anneme de iyi beslendiğim mesajını veriyorum:) dikkatinizi çekerim!
Neyse uzun uzadıya kahvaltı merasimimden sonra toparlanıp kendimi dışarı attım ve aşağıda göreceğiniz nehrimizin kenarına sereserpe uzanmak kaydıyla tüm öğleden sonramı kitabıma ve gözlem yapmaya verdim. Bu şehirde inanılmaz yabancı var. Etrafımda Avusturalyalı, Türk, İngiliz, Alman...her milletten insan vardı. Sohbetlere kulak misafiri olmaktan da kendimi alamadım tabii...
Akşama doğru eve geldim ve yeni bira alternatifimi denedim hemen. Buraya geldiğimden beri abuk sabuk ne varsa notunu tutuyorum, içtiğim bira ve şarap markaları, yediğim peynirler, alışveriş yaptığım yerler...bir de puanlama yapıyorum. Acaba aklımı mı yitiriyorum:) sanırım fazla Avrupa iyi gelmedi bana. Geleli henüz bir hafta bile olmamışken kendimi yıllardır burada hissetmem de pek hayra alamet sayılmaz sanırım. Neyse işte Pazar öyle iki arada bir derede tamamlandı. Sonrasında gelen Pazartesi ise akıllara zarardı. Sabah uyuyakalarak başlayan günüm, otobüsü- metroyu kaçırarak ve sonrasında bir otobüsün altında kalmaya ramak kalarak devam etti. Ofise ulaşmayı başardığımda ise çalışmayan laptopum yüzünden uzun süre boş boş oturmak zorunda kaldım. Halbuki yarın beni bekleyen önemli bir toplantı ve gönderilmesi gereken pek çok reminder vardı. Laptop sorununu çözüp hızlıca işe girişmiştim ki kullandığımız sistemin raporlama bölümünün çalışmadığını farkettim! daha var mı diye sordum tabii- töbe töbe:) Bakalım sıra toplantıya geldiğinde beni ne sürprizler bekliyor...
Aaa bu arada bugün bir Türk arkadaş edindim:) kendisi benden 10 yaş küçük. Çok yardımsever. Tabii konu yine kahve içelim noktasına geldi- ben bu kahve seansları yüzünden maazallah kalpten gidicem:) hoş sohbetten sonra masama döndüm işlerimi tamamladım ve ev yoluna koyuldum. Olayımızın özü budur...Gördüğünüz üzere henüz kültürel paylaşım kısmına geçemedim ancak yarın öğlen yemeğimi ofisten bir has Avusturyalı arkadaşım ile yiyeceğim. Bence ümit vaadediyorum...Ne dersiniz :)
Olumlu gelişmeler ile geri dönmek üzere! See you all!


yürüdüğüm, yatıp yayıldığım yollar...

Resim yazısı ekle

7 Temmuz 2013 Pazar

Viyana'da İlk Haftasonu

Viyana'da ilk haftasonumu yazacağım elbet...ama öncesinde Cuma'dan başlamak isterim. Malum Cuma günü neler oldu kaleme almadım...Cuma sabahı biraz tatsız uyandım. Gece yatarken planım sabah kahvaltımı yapıp evden çıkmaktı ama başaramadım. Ofisin yolunu üzüm yiyerek tuttum. Masama yerleştim, bilgisayarımı açmaya uğraştım ama o da ağıraksak işledi...Sonra eskilerden bir arkadaş yanımda belirdi...bana ne olduğunu hatırlamadığım birkaç soru sordu...sonra ben de her zamanki konuyu ben yönlendireyim isteğimle ona bir akşam önce neler yaptığımı anlatıp ne nerededir, nasıl gidilir sorularıma başladım...O arkadaş beni susturmayı başarıp sana kek ve kahve aldım hadi beraber kahvaltı yapalım dedi:))) söyleyebileceğim, kek ve kahve ikilisinin çözemeyeceği hiçbir sorun yok...yalnızlık, vefasızlık, boşluk hissi, uzaklık hissi...maşallah hepsine birebir...
Kek ve kahve ile başlayan Cuma günümün iyi geçtiğini söylememe gerek yok sanırım...
Viyana bisiklet ile seyahat için birebir. Öğledensonra kendime bir bisiklet almak için araştırma yaptım. Dükkan dükkan gezdim. Ne istediğimi bilmemekle beraber planım bulunca bisiklet ile ofise gitmek. Akşam evdeydim. Havadan mı sudan mı bilmem ama üzerimde bir yorgunluk hissi vardı ve Cuma akşamını yatarak geçirdim.
Cumartesi sabah kahvaltısı, nehir kenarında yürüyüş ve çantamı alıp kendimi bir festivale atmakla geçti. Zaten festival fotoğraflarını da aşağıda göreceksiniz. Az önce eve geldim ve oturup yazmaya başladım. Thailand Festivali'ne gittim. Viyanalılar çula çaputa para vermeye bayılıyor. Tam Türk aklı ile festivalde olanları izledikçe aklımda yeni fikirler belirdi:) olayı bavul ticaretine kadar getirdim:)))
Konudan sapmayayım. Viyana'da ilk haftasonu izlenimlerim bu şehrin YALNIZ bir şehir olduğu. Kalabalıklar içinde yalnızsınız. Bireysellik ön planda. Yakınlıklar farklı. O fark size yapaylık hissi veriyor. Ayak uydurabilirseniz ne mutlu size. Ben bu haftasonu şanslıydım, yaşı benden bir hayli büyük bir ofis arkadaşım ile Prater civarında gezme tozma ve Viyana'nın geçmişi hakkında bilgi sahibi olma şansım oldu. Cumartesi gecesini böyle tamamladım. Pazar planım kendimi evimin yakınlarındaki parkta güneşin altına atmak...hadi hayırlısı diyorum ve bu akşamlık burada noktalıyorum!

Nasıl bir yüz ifadesiyse...


 


4 Temmuz 2013 Perşembe

Ofiste ilk gün!

Ofiste ilk günüm kısa ve öz beklediğimden iyiydi. İnsanların bana merhaba bile demeyecekleri birgün olacağını düşünüyordum:))) ancak en azından "hadi bir kahve içelim" diyenler oldu...şanslıyım:P
Günüm sabah 07.15 itibariyle başladı ve evi 07.45'te terkettim. Açıkçası hava ve yer değişiminden dolayı sabah dinç kalkamadığımı belirtmeliyim. Apar topar hazırlanıp 3 vasıta değiştirerek ulaşacağım ofisim için yola çıktım. İstanbul'da 3 taşıt ile biryerlere gitmeye çalışıyorsanız en az 1 saati gözden çıkarmanız gerekir. Viyana'da 25 dakikada ofisteydim.
6 ayımı geçireceğim ofisim saat 09.00 gibi kalabalıklaşmaya başladı. 2 toplantı, öğle yemeği, kahve ve soru- cevap bölümü ile günü tamamladık.
Birgün içerisinde farkettiğim en temel konu kültür farklılığı. Benim yaşlarımda bir Avusturyalı hanımefendi ile sohbet halindeydik. Bana bütün haftasonu planlarını anlatıp benim de vakit geçirebileceğim yerleri söyledi. Ancak ben bu bilgileri çok algılayamadım. Çünkü aynı durum İstanbul'da olsa ya beraber birşeyler yapalım muhabbeti geçer ya da insanlar bu kadar ballandıra ballandıra planlarını paylaşmazlar diye düşünüyordum o an:)
Kahvemi almak için minicik bir odaya yöneldim ve tam da o esnada türkçe konuşma sesleri beni benden aldı. Bizim ofiste çalışan ve kafemizden sorumlu olan hanımefendi Türk:) Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur:PPP sözünü doğrularcasına on dakikalık sohbetimiz sonunda beni evine davet etti:) ama Ağustos'ta tatil için İstanbul'a dönüyormuş, bu nedenle elimi çabuk tutmalıymışım:)
Ayrıca ektiğim tohumların meyvelerini topladığımı da söyleyebilirim. Şirket aktivitelerine katılmak, insanları tanımak ve arkadaşımsı paylaşımlarda bulunmak için büyük fırsatmış. Son iki yılda gittiğim aktiviteler sayesinde bir grup insan ile birbirimizi tanıdığımız için en azından merhaba ben Buket faslını geçtik:) böylece ben direk bütün saçma sorularımı sorma fırsatı buldum. Ama yani istanbul'da bir metro hattı ve on durak varsa bu benim suçum mu? Anlamıyorum işte bu karmaşık metro hatlarını:)
Neyse daha fazla uzatmayacağım...ofis fotoğrafları yüklemek istiyordum ancak ne yazık ki olmuyor. Bu sefer böyle idare edin, haftasonu acısını çıkarırız...Viyana'dan hepinize kucak dolusu sevgiler!

Hayalperestin evi...

Gidiyor muyum? Kalıyor muyum? Temmuz mu? Ağustos mu derken kendimi Viyana'da buldum. Elimde iki bavul ve bir sırt çantasıyla bütün hayatımı sırtlanmış ama aslında yanıma hiçbir şey almamış bir moddayım.
Havaalanı sahnesinden başlamak gerekirse ilk söylemem gereken vedalardan nefret ettiğim sanırım. Gözlerim davul gibi şiş uçağa yerleştim. Gözümdeki güneş gözlüklerini çıkarmamak için bir süre direndikten sonra bu direnişimin saçma olduğuna karar vererek gözlüğü attım bir kenara. Yanıma oturan şahsiyet ile konuşmamak için kitabıma-mektubuma gömüldüm ancak o benden inatçı çıktı. Uçaktan inerken neredeyse tüm hayatını biliyordum.
Bavulları bekledim, bavulları aldım, havaalanından dışarı çıktım...şöyle bir etrafa baktım ve "umarım Türk taksi şöförü bulurum" diye dua ederek sıraya yöneldim. Sanırım bu seyahat tatil, eğitim, toplantı gibi kısa vadeli amaçlar gütmediği için yalnızlık hissim tavan yapmıştı ve bunu ancak bir Türk'ün yok edebileceği hissine kapıldım. Gerçekten de 20'sinde genç bir arkadaşımıza denk geldim ve beni yeni evime getirdi. Yolda Viyana'da hayat, Avusturya ekonomisi, Türkiye'de hayat, Gezi Parkı hadiseleri olmak üzere uzun uzun konuştuk.
Evi, evimi buldum. Klaus'un (adı sık sık metinlerimde geçecek diye düşünüyorum, kendisi yeni müdürüm) evin anahtarını getirmesini bekledim. Tam 2 saatte yerleştim...yan sokaktaki Billa isimli markete gittim ve kendime peynir, domates, makarna, zeytinyağı, somon, ekmek ve akovado aldım :) nasıl saçma bileşenler bunlar diye düşünmekten kendimi alamadım. Alışveriş poşetimi eve bıraktıktan sonra keşfe çıktım. Evimin bir tarafında kocaman bir park var, diğer tarafında ise henüz gidemediğim Viyana'nın en eski plajlarından biri varmış...bakacağız bakalım.
Birşeyler atıştırdım ve oturdum bilgisayarın başına...sonrası aydınlık bir ruh haliydi. Evet, evde yalnızdım ama İstanbul'daki son günlerimi değerlendirdiğimde hayatta yalnız olmadığım için sevindim. Veda yemekleri, tekne sefaları, motorsiklet sefaları, kahve için buluşalım, evine geliyim, bana oturmaya gel, bu gece de dışarıya çıkalım az zamanın kaldı replikleri kulağımdaydı. Öğle rakılarında söylediğim gibi "Ben arkadaşlarıma yatırım yaptım". Şahane insanlar tanıdım, anılar biriktirdim, düştüm elimden tuttular, ağladım hemen bir omuz bitti yanımda...Sırf bunlara dayanarak söylüyorum, burada tek başına olacağım ama yalnız olmayacağım.
Pek çok korkum var hayatta...bu son yolculuğumda Viyana'da kaybolursam ile başlayan ve sayısı 100'e dayanan saçmasapan cümleler kurdum. Ama evin yolunu buldum:) geriye kalanlar ya bu işi patlatırsam, sistemler farklı- adapte olamazsam şeklinde devam ediyor... Olabilir...bu durumda da çok can bir arkadaşımın dizelerini hatırlayacağım " gittiği yere kadar!" :)
O kadar kastıktan sonra bu cümle ile bütün stres ortadan kalkıyor...Neyse işte ben verdiğim sözü tuttum. İlk yazımı yayınlıyorum. Viyana'da ilk günümde, hayalperest olarak evimden bildiriyorum...Karışık ruh halimle ortaya karışık bir metin yazdığımın farkındayım:) ruhum biraz huzura kavuşunca daha anlaşılır olacağımı düşünüyorum...
Herşey iyi olacak biliyorum...

Miniklerle tekne sefası
Delilerle içki masası

yeni evimin park manzarası

yeni evimin park manzarası