31 Aralık 2013 Salı

Farewell- Vedam :)))

This text is a farewell and thank you to all people who have passed through my life during the last 6 months... It has been a valuable experience for my career but more important than that...I met you! thank you to all of you for all your support & collaboration & friendship & .... making me the person that I am now... Thanks to Alp Yoruk for giving me this opportunity/ Thanks to Gerald Oberlik& Klaus Rauscher for accepting me! for the nice conversations...for sharing all your experience and different points of view/ Thanks to Claus Gerhalter for nice coffee sessions, friendship and also Bday& Christmas part/ Thanks to Martina Mikulka for the social activities-I don't have the talent for dancing but at least I tried/ Thanks to Verena Gartner for nice conversations...you will definitely do what you want- aha and also thank you for the cooking session...it was amazing! you have talent/ Thanks to Rita Jenei for answering all silly questions ;) Thanks to Thomas Schenk for being a perfect friend and also for taking care of me!/ Thanks to Nora, who could imagine that an ordinary elevator chat will bring a nice friend like you!/ Thanks to Ruth& Veronika for 6 months friendship/ Thanks to Deren& Doguş& Umut for being there it was nice to talk to you-especially when I needed support. You are young and have the energy/ Thanks to Merve& Miriam& Alper& Asli& Ceren for visiting me. I luv you guys...if this is the beginning of another journey you are always very welcome to visit me/ Special thanks to my sister Merve...she was the one who made my home a real home listening to my problems, shopping for the kitchen, bringing the stuff that I needed without asking, being there any time/ Thanks Pinar Bolat for sharing all positive news...I was happy like a child when I got the invitation today/ Thanks to Onur Korkmaz…he was always there for my ups&downs/ Thanks to Lilith, she was a perfect german teacher but I was not a succesful student you were a perfect friend at the same time/ Thanks to Gediz& Roxana for sending their wedding invitations here but the most important part…you are a symbol of hope. I still believe in fairytales because of you! Pınar Bolat you can be a part of this group too/ Thanks to Pınar Özkan…she could not visit me but she has a reason and this reason makes me sooo happy…Luv you!/ Thanks to Ertan Aycan…you are still in my life- 15 years! OMG you are the best/ Thanks to Leyla evin kurtarel…for being crazy but clever at the same time. When I need support she is always there/ Thanks to Ana Paula, Müjde Bakır, Emel Meriç for their postcards& for the 2014 agenda- you are special ;)/ Thanks to Hande Yurtsever for the blog comments you were the motivator/ Thanks to Süha Işıklı for answering all my technical question! I know I was sooo annoying sometimes/ Thanks to İlayda Pasiner…For biking tours, for cooking sessions, for dinners& lunch for sharing your ideas& experiences/ Thanks to Umut Orhon for the long “to do list in Vienna” it was perfect/ Thanks to Şafak Bahadır&Yalçın Demirkol&Ozhan Ozkaynak for the international IT support I know sometimes I was a nightmare but you were always so nice to me/ Thanks to Guilherme Cunha- I need to be fair- this “journey” was special with you…/ Thanks to my family they have been handling me for 30 years. Well Done hehehe :) Thanks to everyone…hopefully I did not forget any of you… Luv u all guys! and Happy New Year!!!

19 Aralık 2013 Perşembe

Christmas durumları...

Geldik Aralık ortasına...Tabii bu durumda bir Christmas yazısı yazmadan, burada neler oluyor anlatmadan olmazdı. Zaman çok hızlı geçiyor. Daha dün Temmuz'du. Delegasyonum yeni başlamıştı, nasıl oldu da bir defteri daha kapama noktasına geldim hiçbirşey anlamadım...Öncelikle onu söyleyeyim...Sonra gördüklerimden, yediklerimden, içtiklerimden anlatmaya başlayayım... Kasım ortasından itibaren şu meşhur Christmasmarktlar heryerdeydi...Karlsplatz, Rathaus, Schönbrunn, Stephansplatz başta olmak üzere arada derede ne kadar yer varsa hepsine gittim. Glühwein ve her çeşit punchı içmek suretiyle zaman zaman şeker komasına girme tehlikesi ile karşı karşıya kaldım ama değdi :) Bu kadar eğlendiğim bir Christmas öncesini hatırlamıyorum. Tüm bunların yanında insanların heyecanını gördüm ve ondan etkilendim. Ben kendi adıma hiçbir zaman şu yeniyıl hediyelerini zamanında almayı başaramadığımı söylemeliyim. Burada ise insanlar Kasım ortasında Christmas hediye alışverişini tamamlamıştı bile...Bu arada ben hala düşünüyorum kime alsam, ne alsam diye :) Herkes evine gitme planlarını yaptı, aileler ile geçirilecek tatil dönemi için hazırlıklara son hız devam. Evde pişen Christmas kurabiyeleri ofiste masaları süslüyor. Christmas partilerine hergün bir yenisi ekleniyor. Durumlar gayet iyi. Heyecan tavanda ve mutluluk seviyesi en yüksekte. Ben şu 6 aylık dönemde burada insanların bu kadar olumlu oldugu bir dönem daha hatırlamıyorum desem yeridir. Neyse konuyu dağıtmayayım gezdim- içtim-yedim olayın özü budur. Bundan sonra Christmas ruhu forever :) Bir de evimdeki değişiklikleri yazayım, bir Christmas köşem var...O köşede miniminicik bir çam ağacım( Hediyedir :) ), bir adet meleğim, Bir adet adventkalenderim, bir adet Valencia'nın bağrından kopup gelmiş(bu da hediyedir) dansçı kızlar biblom:))), bir adet kendime yeniyıl hediyem romanım bulunmakta. Her anlamda hazırım yani Christmas'a- bekliyoruz bakalım hehe Üst köşede Christmas bilgilerimi paylaştığıma göre hemen gittiğim yerleri de sona ekleyerek devam etmek isterim :) Giderayak verilen sözlerin tamamlanmaya başladığı döneme girdik. Çok sevgili iş arkadaşlarımdan birinin bana verdiği bir yemek sözü vardı. Kendisi o sözünü yerine getirdi geçen hafta. Kendimizi bir Brezilya restaurantında bulduk. Ye- ye- ye üzerine kurulu restaurantımızdaki ziyafetten sonra ben gece mide fesatı geçirme tehlikesiyle karşıkarşıya kaldım. Sabahı zor ettim. Benden size tavsiye bir Brezilya restaurantına gidecekseniz mutlaka tüm gün birşey yemeden gidin :)))) bir de portekizcede hayır nasıl denir öğrenin. Garson arkadaşımıza kafamı aşağı-yukarı, sağa-sola sallamak suretiyle tüm olumsuz yüz ifadelerini takınarak hayır desem de kendisi bana servis vermeye devam etti ve bende otomatik olarak yemeye devam ettim tabi...siz aynı olumsuz tecrübeyi yaşamayın :) Bir de son olarak "Hallstatt" macerası kattım araya. İstanbul'a geldiğim dönemde Minecan ile- departmandaşım olur kendisi- facebookta gidilmesi gereken yerlere bakıyorduk sanırım :) Kendisi bana bir heyecan "bak buraya mutlaka git" diyordu bense "ama artık vaktim yok, ayrıca uzak" vb. bahaneler buluyordum. Ama bunu da başardım. Şahaneydi! tabii normalde bu küçücük köyün popüler sezonu yaz olduğu için çok boştu o ayrı. Ancak belki de ben o boşluk hissini sevdim. Sahibinin de içinde yaşadığı tipik bir köyevinde kaldım. Müze gezdim, dağ-tepe yürüdüm, tamamen lokal bir christmas marktı deneyimledim, bir ski resortu ziyaret ettim, azıcık defter kitap karaladım, bolca huzurla doldum ve döndüm. Aaaa bir de dönmeden önce rotamı değiştirip bir kez daha Salzburg yaptım. Çok güzeldiiiiiiii...Velhasıl gezme- tozma aktivitelerime bir yenisini daha ekledim. Konu ile ilgili fotolarımı da zaten görebilirsiniz. Hallstatt rotası hazırlayan okuyucularıma da :PPPP her konuda yardımcı olabilirim bilginize! Yani herşey sizler için aslında. Yakında görüşmek üzere diye bitirebilirim sanırım artık...See you!

9 Aralık 2013 Pazartesi

Bir Tren Garı Yazısı...

Size bu yazıyı canlı canlı - Budapeşte/ Keleti tren istasyonundan yazıyorum...Havaalanları, araba yolculukları, otobüs garajları- tabii hala varlarsa- beni etkilemiyor ama tren istasyonlarının üzerimde farklı bir etkisi var. Trenin hareket etmesini beklediğim şu anda içimde bir hüzün var...Halbuki beni Budapeşte'ye bağlayan ne birisi ne de özel bir neden var. Garip! Neyse...hüzünleri bir kenara bırakalım şimdi...Çünkü ben size ne kadar şanslı olduğumu yazacağım. Bir şirket etkinliği için geldiğim Budapeşte'de şahane bir manzaraya bakarak bir yazı yazmış ancak sonlandıramamıştım dün gece. Şimdi onu tamamlayacağım...Dün gece otel odamın kaloriferinin üstüne tünedim, elimde çayım, kucagımda bilgisayarım manzarayı sindirdim içime...Öyle huzurluydu ki- Buda Kalesi'ne baktıgımı belirtmek isterim :). İçimde Amerika'yı keşfetmiş, büyük birşeyler başarmış olan birinin mutluluğu ve doyumunu taşıyordum. Farklı bir dünya görmüş- yeni kapılar açmış gibi. Kendimi ilk iş hayatına atıldığım zamanla değerlendiriyorum. İş sebeplerinden ötürü Budapeşte'de bir otel odasında olacağımı hayal edemezdim mesela :) Yazımı okuyan siz mühendisler, satışçılar, ITciler...Unutmayın kurumsal iletişimden bahsediyorum...Bizim spesifik alanımızda o kadar da yurtdışı fırsatı yok bilginize! Ben bu siteye adını koyarken beni anlatsın istemiştim. Bütün "ayakların yere bassın" laflarına aldırmadan 30 yaşımda hala uçmayı seçtim ben. Ama tabii dürüst olmak lazım çok düştüğüm zaman oldu. Ders almadım- hala hayal kurmaya devam ediyorum...Şimdiki hayalim traveller olmak...Neredeyse 6 ayımı doldurmak üzere olduğum bugün oturup bir hesap yaptım...Avusturya içinde birkaç şehir, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, İtalya, Macaristan ve ileride beni bekleyen bir Almanya seyahati ile delegasyon sürecimin sonuna gelmiş olacağım. Oturup bir ne yaptım, ne öğrendim yazısı da yazacağım tabii- o ayrı...Zamanımı istediğim şekilde değerlendirdim, çok gezdim, farklı kültürler-arkadaşlıklar-mesafeli ilişkiler yaşadım. Yaşıyorum ve yaşamaya devam edeceğim... İnsan biriktirdim, biriktirmeye devam edeceğim. İnsan bir yaştan sonra değişmez diye düşünüyordum, değişirmiş bizzat kendim yaşıyorum. İçimde bir fırtınalı durum vardı benim. Üç gün eser-yıkar-geçer, iki gün sakin durur sonra yine tehlike yaratırdı. Şimdi bitti. Ne istediğim, ne beklediğim, önceliklerim, sevdiklerim, sevmediklerim o kadar belli ki. 2014'e çok az bir zaman kala 2014'te yapılması gerekenler listem bile hazır :) Üşenme- Erteleme- Vazgeçme mottosuyla yola çıkıyorum. Bir büyüğüm bana "ne istediğinize karar verin" demişti...Bundan sonrası için ne istediğimi biliyorum artık. Gerçekleştiğinde oturur bir de onun yazısını yazarım size :) Her şekilde gerçekleşecek çünkü... Tabii kolay yolla olsa- zorlamasa daha iyi olur ama zorlarsa hayatımı bundan fazla değiştirmek de bana uyar...herşeyi silip yeniden yazacak kadar içsel olarak güçlü hissediyorum kendimi. En kötü ne olur? Sıfırdan başlamak zorunda kalırım sanırım. O kadar da kötü olamaz. Hele de yanımda olacağını bildiğim insanlar oldukça... Neyse işte Budapeşte'de hüzünlü tren garına bakıyor, hafiften ağlıyor, sıkca halime şükrediyor, bir de bundan sonrası için dua ediyorum... Sizin de iç huzurunuzu bulmuş olmanızı diliyorum bir de...en önemlisi o sanırım.

22 Kasım 2013 Cuma

Viyana- Venedik- Duygu üçgeni

İki gündür üç satır yazı yazabilmek için uğraşıyorum sevgili dostlar...öyle bir an geldi ki içimde beni yazmaya iten ne varsa - adını siz koyun- gitti diye bile düşündüm ve hüzünlendim. Ancak az önce nereden başlayacağım sanki kulağıma fısıldandı ve oturdum bilgisayarın başına... Kutu evimin yatak odası bu akşam bir üçlüye tahsis edildi:))) evde yeniden yalnız olmamanın mutluluğunu yaşıyorum anlayacağınız. Garip olan tek başımayken inanılmaz huzurlu ve mutlu hissederken sevdiğim insanlar geldiğinde bir boşluğum varmış da o dolmuş gibi hissediyor olmam...İlk küçük misafirim Temmuz ayında gelmişti evime. O zaman da farklı bir renk vardı. Şimdi ise ikinci ve son miniği ağırlıyorum. İnsan kendi çocukluğunu hatırlıyor...Bugün Ozan ile "Komşu komşu oğlun geldi mi..." dizeleri ile başlayan tekerlemeyi söyledik mesela...Rahmetli dedem çok severdi bu oyunu bizimle oynamayı. Yaz aylarında masamızda dondurma yada kiraz ile karşılıklı oturur bır bır konuşur dururduk. Gözümün önünde çok net sahneler var o zamana dair. Anı biriktirmek güzel şey.İnsanı hüzünlere götürürken hayatının boşlukta ve boş geçmediğinin de en temel göstergesi gözünün önünden geçenler...Hayat güzel, çocuk olmak güzel, çocuk kalmak güzel...kim olgunlaşmanız gerektiğini söylüyorsa size dinlemeyin. Sınırları siz çizin ve istediğiniz hayatı yaşayın- en önemlisi o bu hayatta...Çok öğretmen edasında yazdım galiba ancak son dönemde bu özgürlük hissi ile aldığım her karar kendimi biraz daha güçlü hissetmemi sağladı benim. Can Yücel'in dizelerindeki gibi... Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Hiçbir eşya, yer, durum ve kişiye bağlanmadan yaşamak...Hayatta almam gereken bir derste buydu benim sanırım. Arkadaşlık ilişkilerimde, eşyalarla olan ilişkilerimde, özel ve tüzel ilişkilerimde hep kısa sürede bağlanma- sahiplenme ve bunun getirdiği hareket edememe duygum vardı benim. Halbuki bağlanmadan bağlı olmak ne kadar güzelmiş. Senin yanında olmayan, seninle yapışık kalmayan her olay, insan ve durum da pekala bir şekilde seninle yol katedebilirmiş. İşte böyle...şimdi arka fonda MFÖ- Yalnızlık ömür boyu var. Bu şarkıyı dinlerken iç dünyamda daha diplere yol alabilirim tehlikesiyle bu konuyu kapatıyorum. Başlıkta yer alan Viyana- Venedik duygu üçgeninin duygu kısmını hallettik. Gelelim Viyana ve Venedik kısmına:) Geçen Cuma öğleden sonra atladık Ruth'un arabasına ve doğru İtalya sınırına yol aldık. İlk hedefimiz bir sahil şehri olan Trieste'di. Çok güzeldi. Çünkü turist basmamıştı şehri. Bolca yürüdük, deniz ürünlerine dadandık, deniz kenarında güneşin tadını çıkardık...Sonra yeniden yol aldık ve kendimizi Venedik'e attık. Venedik uzun zamandır görülecekler listemdeydi. Bunu da başardığıma mutluyum açıkçası. Ancak hayalkırıklığı yaşadığımı da belirtmeliyim. Çok istediğiniz şeyler gerçekleştiğinde bazen damağınızda şımarıklıktan mıdır bilmem istediğiniz tadı bırakmayabiliyorlar- garip. Bir akşam karanlığında otelimizi bulmaya çalışarak başladı maceramız. Otel'in booking.com'daki fotolar ile alakasının olmadığını söylemeliyim. Korku filmlerinden çıkmış bahçede yürürken yüreğim ağzımdaydı. Yerleşme faslından sonra ise biraz etrafı görelim mantığıyla yürüyüşe çıkıp dar sokaklarda kaybolmayı başardık. Yorgunluktan bitap düşmüşken bizi deli gibi koşturan başka bir deneyim yaşadık:))) koca bir sıçanın üstümüze atlamasından bahsediyorum. Benim için bu son noktaydı. Otele dönüş yolunda sürekli tetikteydim. Nasıl bir stres anlatamam. Ertesi sabah yaptığımız gondol turu, şahane kiliseler, meydanlar ve cafeler ile durumu ancak biraz toparlayabildik. Aaa bir de yediğimiz kazıklar var tabi... küçük 2 tabak salata ile şaraba 55 euro vermiş olmamız ayrı bir şok etkisi yarattı. Bana sorarsanız Venedik romantik de değil...ya da belki ben yeterince romantik değilim. Bir daha gitmeyi düşünmüyorum:))) ne kadar dolmuşum. Yazdığım satırları dönüp okuyunca ben de şok oldum hehehe. Neyse işte burada durumlar böyle...Aşağıda da sağdan soldan fotolarım var. Size okurken bolca keyif almanızı diliyor ve bir yazıyı daha sonlandırıyorum!

28 Ekim 2013 Pazartesi

Prag'a yolculuk...

Listemdeki bir maddeye daha artı atmanın mutluluğuyla yoluma devam ediyorum sevgili okuyucular :PPP Prag görevi tamamlandı. Hikayeme baştan başlayayım...Geçtiğimiz günlerde bir haftalık bir süre için kardeşcağızım yanıma geldi. Ben de sadece Viyana ile sınırlı kalmayalım başlamışken bir yer daha görmüş olalım diye Prag gezisini organize ettim. Çok- çok- çok güzeldi. Budapeşte- Bratislava- Prag üçlüsünde birinciliği Prag'a veririm. Viyana'dan tren veya otobüs ile Prag'a gidebilirsiniz. İkisi de süre olarak aynı. Biz otobüsü seçtik. Sebebi Prag'ta çalışan bir iş arkadaşımın bir websitesinin linkini bana göndermesi. Gidiş- geliş 2 kişi 66 Euro ödedim- trenin yarı fiyatı yani hehe :) bilen bilir pek küçük hesapçıyımdır :PPP Terminalde bulduğum turist ofisine daldım hemen. Görevli kadına "ee şimdi ne yapalım biz?" dedim. Yürüyün dedi :) bizde kendisinden aldığımız bu talimatla eski şehir, yeni şehir, su kenarı, park, bahçe... ne bulduysak hepsini yürüyerek arşınladık. Zaten mutlaka görülmesi gereken tarihi yerler belli... kale, saat kulesi, eski şehir meydanı, Charles Köprüsü... Hepsini gördük. Tarih aynen duruyor, son derece heybetli ve göz alıcı. Ancak diğer yandan Viyana'nın fazla düzeni ve temizliği de yok - ki açıkçası bu kısmı şehri sevmemde daha çok etkili oldu. Viyana ne kadar ukala ve mükemmeliyetçiyse Prag da o kadar bohem bence. Yeme- içme konusunda ise başabaşlar. Aynı mutfaklar, ayn yemekler... Kardeşle başbaşa tatil de ilginç bir deneyim :) Arada yapılabilir :)))) Uyumlu olma kısmı güzel. Siz yürümek istediğinizde yanınızdaki söylense mesela... ne kadar can sıkıcı olur herşey. Tek anlaşmazlığımız gece hayatı oldu. Ben yaşlanıyorum bence. Utku her gece biryerlerde kalmak istedi ama ben hep evin- otelin yolunu tutma taraftarıydım. Ancak düşününce bu durumdan şikayetçi olduğunu da sanmıyorum... Hem Prag'ta hem de Viyana'da kendi başına takılma şansı yakaladı :) Durumlar böyle... Aaa bir de bunun dışında son dönemde uğraştığım tatsız bir konu var. Garip bir mide ağrısı...yemekler, yağlar...birşeyler iyi gelmiyor sanırım mideme. Gastrit mi oldum diye düşünmeden edemiyorum- bir diğer opsiyon da hastalık hastası olmam olabilir :))) sürekli birşeyler yaratıyorum hehe. Neyse midemde garip bir şişlik ile geziyorum zaman zaman...hayırlara vesile olsun. Yani bu konuda da bir bitkisel çaydır, ne biliyim mucize bir ilaçtır- varsa bir bildiğiniz yazın...önerilere açığım:) Kasım ayına sayılı günler kala Viyana taraflarında durumlar böyle. Azıcık zamanım kaldı burada...O nedenle azbuçuk telaşlıyım. Haftada bir kendime eve döndüğümde bunu da yapmadım diye üzüleceğim birşey var mı diye soruyorum. Bence gayet iyi gidiyorum... Ve cümlelerimi sonlandırırken birkaç Prag& Kardeş& tatil fotoğrafını da eklemeyi ihmal etmiyorum!!! Viyana'dan sevgiler!

13 Ekim 2013 Pazar

İşte geldim buradayım :)

Geçtiğimiz günlerde bir haftalık bir süre için İstanbul'daydım. Komedi türünden anılarımı mı yazsam yoksa İstanbul seyahatimden mi başlasam bilemedim veee tabi ki İstanbul'u seçtim. Çok hızlı geçti bir hafta. Ailemi, arkadaşlarımı görmeye çalıştım ancak bir kısmında başarılı olsam da bi grup insanda hayalkırıklığı yarattım sanırım. Bende de kısım kısım hayalkırıklığı hissi oluştu. Hiçbir yere ait değilsin duygusu ilginç bir duygu. Araf'tan sonra lugatıma bu kullanımı da katarak yoluma devam ediyorum. İstanbul'daki ilk haftasonumda Avusturya'dan misafirlerim vardı. Onları, Sultanahmet bölgesindeki tüm tarihi yapılara, Kız Kulesi'ne- itiraf ediyorum bu lokasyonu kendim için de seçtim, her ne kadar restorasyonu çok başarısız olsa da orada bana iyi gelen birşeyler var- , Kadıköy'deki Çiya'ya- muhteşemdi, Bağdat Caddesi'ne :) götürdüm. Deli gibi gezdik. Haftaiçi zaten izinli olmadığım için kendimi ofiste buldum. Sonraki haftasonu ise Gedizcan'ın düğünüydü. Araya bir de doktor macerası sıkıştırmam gerekti ama onu burada anlatmayacağım :) Sonuçta iyiyim. Düğün süperdi. Son dönemde o kadar çok düğüne gittim ki artık bu konuda da birsürü tespitim var. Söyleyebileceğim en önemli konu, eğer düğün sahipleri rahatsa, kasmıyorlarsa, mutlularsa yağmur, çamur, olumsuzluklar hak getire...Davetliler de son derece mutlu bir şekilde partiyi tamamlıyorlar. Ben de mutlu bir şekilde evimin yolunu tuttum ve ertesi sabahki uçağım için bavul telaşına düştüm tabii...Bavul işi beni bitiriyor. Kilo sınırlaması stresi ile ne koydum ne unuttum modu bütün sabah boyunca da devam etti. Sahilden havaalanı yolunu tutarken ise bol bol düşündüm tabii...Buraya gelirken, ben kimim, ne istiyorum, ne yapacağım sorularının kesin yanıtlarını bulacağımı düşünüyordum...ama şimdi başka soru işaretlerim var. Bazen acaba hiç sorgulamamak mı iyi diyorum...Geleni yaşamak ve ilerlemek...ama durmayan bir beyin ile pek mümkün gözükmüyor. Neden sorusunu sormadığım bir an bile yok. Pazar'dan beri de yeniden evimdeyim. İtiraf ediyorum, kutu evimi seviyorum :) Tabii bir hafta evde olmayınca temizlik vb yapılması gerekiyordu. O işi de gün be gün yapmayı öğrendim:) bölüyorum. Ancak çöp odası ile bazı sorunlar yaşıyorum. Bu sabah çöplerimi atayım diye malum odaya gittim ve dönüştürülebilenler ve diğerleri diye kutulara ayırmaya başladım. O esnada daha önce hiç açmadığım bir kutuyu farkettim ve kontrol etmek istedim...biliyorsunuz "curiousty killed the cat" :)))) kapağı açmamla üzerime yüzlerce at sineğinin saldırması bir oldu...çığlıklar ile kendimi caddeye attığımı söylememe gerek yok sanırım. Komşularım çok eğlendi. Kendime geldikten sonra atamadığım çöplerimi evime bıraktım tekrar...sanırım bundan sonra çöpleri gelen misafirlere attıracağım :))) yapacak birşey yok. Aaa bir de faydalı mesaj vermek istiyorum bu yazıda...aman sakın üşenmeyin- ertelemeyin ve vazgeçmeyin! ben şu an erteleme! kısmındayım. Buraya geldiğimden beri evimin dibindeki italyan dondurmacısına gidip kocaman kaplar içindeki 3 porsiyonluk dondurmalı tatlılardan yemeyi planlıyordum ancak bir yandan da Aralık sonuna kadar vaktim var diye sürekli sallıyordum. Dün farkettim ki kış geldiği için kapatmışlar dondurmacıyı. :((( yıkıldım ancak mesajı aldım. Buradan size de mesajı veriyorum. Ne yapmak istiyorsanız beklemeden yapın!!!!!!!! Geldiğimden beri tek yaptığım ofise gidip gelmek oldu. Aaa bir de Brezilyalı arkadaşım ile bir akşam yemeği. En sevdiğim insanlar Brezilyalılar, İtalyanlar ve İspanyollar...Onlar en sıcak kanlılar. Avusturyalılar ile de güzel tecrübelerim olduğunu söyleyebilirim...Süper insanlar bulma konusunda şansım yaver gitmeye devam ediyor. Bu haftasonu kendi kendime bir müze aktivitesine girmek istedim ancak yine arkadaşlarla eğlence kısmından dolayı başaramadım. Hava soğuk ancak hala gezilebilecek gibi. Sürekli birileriyle olmak yoruyor beni artık. Burada olmanın bir amacı da yalnızlığı özümsemekti ya...o moda az da olsa geri dönmeye çalışıyorum. Aaaa bir de en önemli konu, Christmas çikolataları raflarda yerini almaya başladı. Ekim bana Christmas hazırlıkları için biraz erken geldi ama idare edebilirim sanırım :) Çok eğleneceğimizi düşünüyorum:))) bakalım, göreceğiz. - Durumlar şimdilik böyle... Haftaya kardeşim geliyor, onunla da Viyana'dan sonra Prag'ı fethetme planlarımız var. Çok heyecanlıyız! Durumlar kısa ve öz böyle çocuklar...fotoğrafımız yok bu sefer. İdare edin...Prag'tan sonra renkli fotolar ile döneceğimi düşünüyorum. Viyana'dan selamlar!!!

22 Eylül 2013 Pazar

Son Çalışmalarım :)

21 gündür yazı eklememişim...utandım hemen işe koyuldum :) Geçtiğimiz dönemde bir haftasonu kendimi Burgenland'da yani Avusturya'nın regionlarından birinde buldum. Çok güzel bir haftasonu geçirdim. İstanbul'dayken uzun süre doğa ile bütünleşmekten sıkılır, bir an önce sıkışık trafiğe, gürültüye, strese geri dönmek isterdim. Burada durum tamamen farklı oldu. Bunu nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum ancak ben doğa ile burada tanıştım:) Yemyeşil deyince neyin kastedildiğini, suyun temizliğini, ortamın sakinliğini, insanların huzurla- mutluluk içerisinde, sağlıkla yaşamlarını idame ettirdiklerini hep burada gördüm. Kimsede geçim derdi, kariyer derdi...benzeri birşey yok. Herkes toprağıyla, yürüyüşüyle, sporuyla, çocuğuyla, köpeğiyle iletişim halinde. Bir takım hırsların esiri değiller... Çünkü bize öğretilen çok başarılı olmak zorundasın, en iyi okullara git, en iyi yerlerde çalış mantığı yok. Biz kendi ülkemizde çalışmazsak o kalabalık içersinde kaybolur gideriz baskısıyla yetiştiriliyoruz. Burada ise herkes bir şekilde hayat standartlarını koruyacağından emin. Neyse kişisel değerlendirmelerimi bir kenara bırakıp yaptıklarımızı anlatayım... Çok güzel yemekler yedik, upuzun yürüyüşler yaptık, parklarda-bahçelerde oturduk, göle gittik, Avusturya kültürünün vazgeçilmez bir parçası olan Heuriger'da şaraplarımızı yudumladık...bunun dışında bir de büyükanne-büyükbaba ziyareti yaptık. Yaşlılar heryerde, her kültürde aynılar. Torunlarını bağırlarına basıyor, sevgiyle kucaklıyor, bolca yedirip içiriyorlar...torunlarının arkadaşlarıyla Almanca pratik yapıyorlar :))))) Pazar öğleden sonra bu kısa tatil son bulduğunda eve dönmek istemedim. Burgenland'da bir ay kalsam ne kadar huzur dolu bir insan olabileceğimi hayal ettim. Ruh temizliği yaparım gibi geldi- Ne demekse... Bir de İngilizce bilen olmadığı için zorunlu Almanca ile ne kadar gelişme kaydedeceğimi düşündüm tabii:) fayda odaklı çalışıyorum. Bunun dışında bir de stad ortamı göreyim diye gittiğim Avusturya- İrlanda maçı var. Ülkemdeki futbolun gözünü seveyim. Bir tutku vardır, delifişek gibi genç yetenekler, cin gibi yaşlılar vardır...Burada havada bir sağa bir sola yalpalanan toptan başka birşey görmedim ben. İlk yarıda resmen uyuyordum. İkinci yarıda en azından bir gol oldu da oyuna bir renk geldi. Ancak gerçekten de futbolda iyi değiller. Bunun dışında tango ve spor salonu maceraları son hız devam ediyor...Viyana dolaylarındaki restaurantlar talan edildi. Bisiklet turları yapıldı. Favori cafeler zaten kaydedilmişti...Artık bir Türk restaurantı tecrübem de var...Canım Galatasarayımın Real Madrid ile imtihanını görmek için Kent Restaurant'ta yer ayırttık. İzlemez olaydım:) Neyse o konulara girmeyeyim... Yemekler gayet güzeldi ancak ortamı çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim...Ama gittiğim insanlar şahaneydi o ayrı. Şirketimden benim gibi delege olarak buralarda bulunanlar ve bir de 20 yıldır Viyana'da çalışan bir arkadaşımız ile toplamda 5 kişilik bir Türk grubuyduk. Geceyarısına kadar devam eden yeme-içme ve Galatasaray'ın yenilgisini gözyaşlarıyla izleme faslı yanında yurtdışında hayat, farklı Viyana tecrübeleri, iş hayatı değerlendirmesi kısımlarından inanılmaz keyif aldım. 3. ayımda şehrimi ve kendi habitatımı özlediğimi de hissettim bu arada. 3 ay demişken artık Türkiye ve Avusturya arasındaki kültürel vb farkları da bir kısım sıralayabilecek durumdayım bence...Buyrun değerlendirin :))) 1. Avusturyalılar hava durumuna bakmadan program yapmıyor- Türkler yağmur-çamur düşünmeden sokaklardalar. 2. Avusturya'da hizmet sektörü zayıf, fazla soru sorar- siparişinizi değiştirirseniz bir garsondan dayak yeme ihtimaliniz çok yüksek- Türkiye'de müşteri hala çok kıymetli- ŞÜKÜR 3. Avusturya'da inanılmaz bir cafe kültürü var, kilo almamanız mucize- Türkiye'de yeni başlayan bir cafe kültürü var, ilerde daha iyi olur inşallah:))) malum pasta- börek en sevdiğim şey 4. Avusturya'da yaşlı nüfus tavan yapmış durumda. Pazar günleri tüm cafelerde kokoş, yaşlı teyzelerimizi görürsünüz. İçimden keşke bizde de yaşlılar bu kadar mutlu ve huzurlu olsa diye geçiriyorum sürekli. Bol makyaj, yapılı saçlar, kekler-kahveler, hoş sohbet. Türkiye için bu maddede birşey yazmayacağım 5. Pazar günleri demişken...Burada Pazarları heryer kapalı- kabus. Şehir ölü sanki. Türkiye'mde gez-toz, alışveriş yap, eğlen...Ne istersen. Bu durum üzerimde baskı kurdu. Her Cumartesi marketteyim. Sanki birşey eksik kalsa Pazar günü aç ve açıkta kalacağım hissi taşıyorum :) 4. Avusturyalıların çoğunluğu soğuk, samimi davransalar bile bizdeki ruh eksik gibi- Türkler hep daha candan ama hayalkırıklığına uğrama ihtimaliniz de daha yüksek tabii 5. Avusturyalılar en basit konuda bile düşünme payı bırakmaya bayılıyor- Türkler aksiyon alalım diye kendilerini parçalıyorlar 6. Avusturyalılar da bahşiş olayı hesabın üstüne eklenerek garson tarafından direk alınıyor- bizim bahşiş adabımız var biliyorsunuz. Türk methodunu tercih ederim:) 7. Avusturya'da kahvaltı kruvasan-kek...yoksa salam ve bolca peynir ile sandviç demek. Türkiye'de en sevdiğim öğün kahvaltı ya...özledim... 8 Avusturya'da içe dönüksünüz...Siz ve aileniz. O kadar. Türkiye'de dışadönüksünüz. Herkesle bütünleş, konuş, gözlemle halimiz var. İkisinin ortası ideali sanırım... Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Karmaşık fotoğraflarımı da ekliyor, umarım keyifle okursunuz diyorum! Viyana'dan sevgiler!

9 Eylül 2013 Pazartesi

Bir Veda Hikayesi...

Pazar sabahından beri hislerimi nasıl anlatsam diye düşünüyorum. İnsan bazı durumlarda daha planlı olmak ve kalemine geleni yazmak değil, en iyisini yapmak için bekliyor...Ancak ne kadar beklenirse beklensin en iyisinin olmayacağı, duyguların tam olarak ifade edilemeyeceği durumlar da var...Bu da tam o durumlardan biri... Pazar sabahı doğanın içinde, bir kasabada gözlerimi açtım ancak günlük alışkanlıklarımdan vazgeçmeyerek önce maillerimi sonra da sosyal medyadaki hesaplarımı kontrol ettim. Son yüklenen yorumları okurken o satırlar çarptı gözüme..."Onemli Sanatcimiz Mete Ugur'u kaybettik. Bana guzel tavsiyelerini hic unutmayacagim. Hepimizin basi sagolsun. Nur icinde yatsin. Allah ailesine sabirlar versin..." Aynen böyle yazıyordu işte. Bu satırları yazan ise Siemens Opera Yarışması İkincisi sevgili Umut Kosman'dı. Mete Uğur- Devlet sanatçısı, Türkiye'de Opera denince ilk akla gelen isimlerden, yurtiçinde ve yurtdışında ülkemizi başarıyla temsil etmiş çok değerli bir isimdi...Ama hepsinin yanında çok değerli bir insandı. 2 yılımı doldurduğum şirketimde pek çok etkinlik gerçekleştirdim ancak bunlar içerisinde bana en çok mutluluk veren sosyal içeriği olan konulardı...Opera Yarışması'da en güzel örnek. Geçen sene destek verdiğim yarışmayı bu sene ben gerçekleştirme fırsatı buldum. Mutluluktan uçtum. Sebebi yarışmanın sanata ve genç arkadaşlarıma katkısını en yakından gözlemleme şansı yakalayacak olmamdı. Bir de Türk sanat dünyasında başarıdan başarıya koşan, saygın ve değerli jüri üyeleri Mete Uğur ve Yekta Kara ile ve yurtdışındaki çok başarılı operaların başındaki isimler ile biraraya gelecek olmam...Çoğu iletişimcinin temel özelliği olan çok konuşma ve çok soru sorma yönüm ile hem Mete Bey hem de Yekta Hanım'a operanın Türkiye'deki yeri, yurtdışı ile kıyasladığımızda ne durumdayız, ne yönlerden gelişmemiz gerekiyor...aklıma gelen tüm soruları sordum. Onlar da bıkmadan- usanmadan yanıtladılar beni ve bazen de renkli anılarıyla güldürüp başka dünyaların kapısını açtılar bana... Yarışma boyunca kendileriyle birarada olma onurun yaşadım ben. Sonuçlar açıklandığında dereceye giremeyen arkadaşlarımızla nasıl hassasiyetle ilgilendiklerini, onların daha iyi olması için yaptıkları değerlendirmeleri gördüm. Yarışmayı kazanan arkadaşlarımızın sevinçlerini ne kadar büyük mutlulukla paylaştıklarını, onları nasıl desteklediklerini gördüm...Şahane anılar biriktirdim...Opera yarışmasına katılan çok değerli arkadaşlarımla iletişim halinde olma, onların sanata bakışları, hayata bakışları, başarı hırsları- istek ve azimlerine ortak olma şansı yakaladım...Her birinin çok iyi yerlere geleceğine gönülden inanıyorum... Seneye bir opera yarışmasını daha gerçekleştireceğimizi ve yine genç arkadaşlarımızın performanslarını mutlulukla izleyeceğimi biliyorum...Ancak çok önemli bir mihenk taşının orada olmayacağıni özümsemeye çalışıyorum. Kendisini tanıma fırsatı yakalayan arkadaşlarım ne demek istediğimi benden çok daha iyi ifade edeceklerdir. 2 ayımı tamamladığım yurtdışı maceramda bugün ilk kez İstanbul'da olmak istedim. Kendisine Süreya Opera'sında düzenlenen törende bulunarak veda edebilmek daha anlamlı olurdu ancak ne yazık ki olamadı. Uzun lafın kısası; bazı boşluklar dolmaz...Mete Uğur'un Türk Opera sanatındaki değerli yeri de dolmayacaktır. Cenazesine katılamadığım değerli büyüğüme en iyi bildiğim method ile- yazarak veda ediyorum...Yazarken çok zorlandığım bu satırları burada sonlandırıyorum...

6 Eylül 2013 Cuma

Eylül geldi çattı...

Eylül ayına girmiş bulunuyoruz. Yaz bitti. Zaten Viyana'da yaz Ağustos ortasında sona ermişti. Bense getirdiğim şortlarla atletleri üstüste giyip ısınmaya çalışıyorum :))) Şaka bir yana perişanım. Ekim sonuna kadar yaz gibi takılmaya alışmış ve hatta geçen kışı da bir deri ceketle :) tamamlamış olan bünyem bu hava değişimini kabul etmedi. Şu an isyanda. Ruh halim dalgalı. Depresyona yaklaşıp son anda gördüğüm iki dakikalık güneş ışığından olumlu etkilenmeye çalışıyorum. Daha beteri yağmuru sevmiyorum :). Ancak negatif halimden etkilenmeyin diye hissiyat durumunu bir kenara bırakıp olan biteni anlatmaya başlıyorum... Tango dersleri aynen devam. Bir gelişme var mı derseniz yok. Ancak bırakmamaya karar verdim. Ben İstanbul'da Arjantinli- ödüllü bir hoca nerede bulacağım? Merak edenler Youtube'tan videolarını izleyebilirler. Adam bir harika- Martin Acosta. Turistik gezilerim biraz yavaşladı ancak geçen haftasonu Almanca öğretmenimin sayesinde şahane bir cafe keşfettim. 1800'lerden günümüze geliyor. Kubbemsi iç yapısından dolayı bende Osmanlı izleri taşıyor izlenimi uyandırdı. Şahane tatlılarının ve kahvesinin yanısıra piyano resitalinden de bahsetmem gerekiyor. Arada tek başıma da gidip ruhumu dinlendirebileceğim bir atmosfer - Cafe Central. Linki de burada http://www.palaisevents.at/cafecentral.html Viyana'ya gelirseniz mutlaka gidin derim. Hatta ben buradaysam beraber de gidebiliriz :) Bir de Aida Cafe'ler var. Bunlar tüm turistik kitaplarda, web sitelerinde geçiyor. 1980'lerden kalma iç dizaynı ile enteresan bir havası var. Bir kere gitmiş olmak için gidilir ancak bence bir özelliği yok. Son dönemde sanırım daha çok pasta börek ağırlıklı çalışmışım. Yazdıklarımdan bunu çıkardım. Ancak şimdiki aktivitem bu izlenimi tamamen değiştirecek bir aktivite:))) Business Run'dan bahsediyorum! Viyana'da pek çok şirketin katıldığı bir koşu var. 5 kilometrelik bir mesafeyi koşup sonra da kendi şirketinizin etkinlik alanında doyasıya eğleniyorsunuz. Bazı can sıkıcı hadiselerden dolayı koşsam mı koşmasam mı diye düşünürken son noktada bir daha ne zaman böyle birşey yaşarım deyip çıktım yola. İyi ki de katılmışım. Spor yaptım- yedim, içtim- dostlarla dertleştim- şahane bir akşam geçirdim kendimce. Mottomuz "run for fun" dı. Tabii öyle olunca kasmak için çok neden kalmadı. Hepimiz kendimiz ile yarıştık ve elimizden gelenin en iyisini yaptık:) Sportif aktivitelerde bu kadar kalabalık görmeye alışık değilim- pek mutlu oldum. Ve tüm bunların yanında Viyana'da iki ayımı tamamladığım bugünde şahane bir insandan şahane bir hediye aldım. Arkadaşlık dediğimiz de şu deliler için kullandığımız tabire benziyor bence...bir deli bir kuyuya taş atıyor...falan filan...ve benim o kuyuya attığım taş, ben o kadar süper bir arkadaş olmamama rağmen bana hep olumlu döndü. Okulu yeni bitirmiş sadece stajyerlik tecrübesi olan bir genç çocuk olarak Fox'un kapısından girmiştim ve benden birkaç ay sonra da ekibe 40 kilo civarında, minicik bir kız eklenmişti... O kız sonra bizim gurubumuzdaki can arkadaşımızı tavlayıp onla evlenmişti...ve o kız daha da sonrasında benim kardeşim, sırdaşım, iş ortağım olmayı başardı...biz senelerce kurduğumuz fashion sitesinin ortaklığını yürüttük beraber. İş ortaklığı, kalp ortaklığı ile ölçülemez bile. Yazdıklarımın üstüne bir kelime daha eklemeyeceğim. Sadece benim karşıma hep iyi insanlar çıktı...bunu söyleyeceğim. Bu şahane insan bugünüme ışık kattı. Bana yazdığı mektup son derece hisliydi ve bunun yanında 1. dereceden en net anlatımdı. Fotoğrafları da paylaşıyorum tabii...ve mutlaka aldığım mektuba cevap yazacagım. Daha uzun yazmak istiyorum ancak düşüncelerim dağınık. O yüzden en iyisi herşeyi olduğu gibi bırakmak gibi gözüküyor... tam da şu anda...olduğu yerde olduğu zamanda herşeyi bıkarıyorum...

25 Ağustos 2013 Pazar

Yeni aktivitelere buyurun...

Başlığa aldanmayın, yeni bir aktivite durumum yok:) Neredeyse İstanbul'daki düzenimi Viyana'ya kurmuş durumdayım. Buraya gelirken biraz yalnızlık çekerim diye düşünüp buna hem üzülmüş hem de bunun kendime odaklanmak için şahane bir fırsat olduğuna sevinmiştim. Ancak ne yazık ki arkadaş bulmak konusunda son derece başarılıyım:))) son durumda hergün telefon edip halimi hatırımı soran, beni haftada 3 kez evine davet eden, ben gitmezsem bana gelen arkadaşlarım oldu...Şaşkınım. Durumlar böyle olunca Türk misafirperverliği kavramını hatırlayarak arkadaşlarımı Türk yemekleri ile buluşturmaya karar verdim. Ancak yemek pişirme konusundaki yeteneklerimi gözardı ettim tabii. Gün yaklaştıkça beni bir düşünce aldı...En kolay ne yapabilirim? buna ne malzeme konuyordu? acaba işi hazır yemeklere mi çevirseydim, evimin yanındaki Türk pastanesine börek mi sipariş etseydim...Ben bu düşünceler ile boğuşurken Aslı ile- şirketten canciğer kuzusarması bir insan işte:)) skype sohbetlerimizde konuyu açtım. Kendisi bana fırında tavuk önerdi. Tarifleri aldım ve malzemeleri almaya gittim ancak tabii listede olan hiçbirşeyin tam karşılığını bulmam mümkün olmadı. Tavuk kalça dedi- buttan başka birşey yoktu, krema almam gerekti- tatlıyla tuzluyu ayıramadım gibi birsürü sorun yaşadım. En sonunda markette kasadaki Türk teyzeden yeni tarifler alıp ona göre malzemeleri seçerek evin yolunu tuttum. Pilav- fırında but- salata yaptım:)))) Sonra oturdum ağladım:))) Bu tarihi anın bu platformda da altını çizmek istiyorum. Anneciğim bu satırları okurken kesin çok duygulanacak:) Şahane oldu. Kızlar bayıldı...Ben acaba yemekler kalır mı- ben tek başıma yiyemem ki bunları diye düşünürken herşey silip süpürüldü. Görev başarıyla tamamlandı anlayacağınız. Yemekten sonra Cuma gezme-tozma aktiviteleri gerçekleştirildi. Birgün daha takvimlerden silindi gitti. Son dönemde buluşma- konuşma- gezme- tozma aktivitelerinin yanında tangoya başladım biliyorsunuz- bilmiyorsanız da şimdi öğrenmiş oldunuz:) ikinci dersimi aldım ve ders sonrasında bir amcayla dans ettim. Çok eğlenceliydi ancak amcanın eğlendiğini söyleyemeyeceğim çünkü çok kötüydüm:)Dans boyunca partnerinin hareketlerini doğru algılayıp senin de dogru yol alman için tutturman gereken yakın bir açı var. Ancak bende o açı çalışmıyor ne yazık ki. Amca bütün dans boyunca hızlı yürü- yavaş ol- ağırlıgını bana verme gibi uyarılarda bulundu hehehehe...çok komikti. Yeteneklerim sınırlı olsa da pes etmek yok! Acaip deşarj oluyorum. aaa bir de tramvay ile turumdan bahsetmek istiyorum! tarihi bir tramvayla şehir turu yaptım ben:) şu hop on hop off otobüslerden bin kat daha güzel olduğunu söylemeliyim. Viyana'ya gelenlere sunabileceğim farklı alternatiflerim var artık. Kendimi geliştiriyorum duyurulur!!! Tabii burada hayat akıp giderken İstanbul'da da birşeyler oluyor ve insan kaçırdıklarına üzülüyor bir yandan. Gediz'imi istediler mesela bugün. Sabah bana mesaj atmış haber vermek için...Ben de dedim ki arayayım bir sesini duyayım. Duydum da ancak ağlayan bir sesti :) Benim canım arkadaşım sesimi duyunca ağladı:))) Nasıl olupta bu kadar şahane dostluklar kurmayı başarıyor ancak diğer bazı cephelerde çoğunlukla yanılıyorum anlamıyorum:) Ama size söylüyorum işte süpper arkadaşlarım vaaaaarrrr...Neydi meşhur cümlelerimiz "Ben arkadaşlarıma yatırım yaptım" ve "tek başımayım ancak asla yalnız değilim". Gediz masterdan bana kalan en güzel hediye. Bu kadar geç tanışıp bu kadar şahane bir arkadaşlık oturtmayı başarabildiğimiz için gururlu ve mutluyum. Neyse işte sonunda Onur ile evleniyorlar. Şu gelinlik, isteme, alışveriş kısımları bana en eğlenceli gelen kısımlar ancak hiçbirinde İstanbul'da değilim. Herşeyi bensiz yaptı o yüzden birazcık buruğum aslında. Ancak diğer yandan bu ikimiz için de iyi olmuş olabilir:) ben gelinlik seçiminde olsaydım şu anda aldığı kısa gelindiği büyük ihtimalle aldırmamak için elimden geleni yapardım hehehehe :))) Sanırım şu an için Viyana semalarından hikayelerim bu kadar...Fotoğraflarımı da aşağıda görebilirsiniz!Bir dahaki yazıda buluşmak üzere!