26 Kasım 2014 Çarşamba

Almanya’dan Türkiye’ye, Avusturya’dan bir daha Almanya’ya yazısı...

Yazmaya 2 hafta önce başladığım ancak bir türlü tamamlayamadığım bir metin bu. Her seferinde bugün bitireceğim deyip başlıyorum ve bir önceki metindeki duygularım tamamen değiştiğinden ya da başıma gelen olaylar yüzünden yeni eklemeler yapıyorum. Ancak bu sefer çok kararlıyım. Bu yazı bitip bloga eklenmeden uyku yok! Bir ay içerisinde 2 kez Almanya’ya gittim ben. Ee burası da gezme tozma hikayeleri yeriydi yaaa...her yazıda söylüyorum... o nedenle aldım laptopu elime başladım yazmaya. İkinci seyahatte inanılmaz bir aydınlanma yaşadım yada öyle kapalı yerde kalınca- Siemensliler bilirler, Feldafing cenneti :P – yaşadığımı sandım. İlk gidişim kalabalıktı ve Münih merkez ile sınırlıydı. O nedenle çokta içime döndüğümü söyleyemem. Ancak ikinci gidişim kalabalıklar içinde yalnızdı. Ormanın ortasında tek başıma kaldım. Bir manastıra kapanmak gibiydi. 2 günlüğüne keşiş gibi hissettim kendimi. Eminim Avrupalılarda aynı duygu oluşmuyordur. Onlar zaten doğa ile bütünleşmeye, sessiz kalmaya ve bireysel davranmaya fazlasıyla alışık. Ama benim gibi çevresine bağımlı ve bağlı bir insan için durum tabii öyle değil. O iki gün bolca eğitim ve düşünceler ile geçti. Yeni iş fikirleri bile türettim. Aklıma gelen ve hızlıca yapabileceğim herşeyi de beklemeden taa oralardan yaptım. Pişman mıyım? Sanırım değilim. Büyümek bu olsa gerek...duygularımın arkasında sözlerimle durabilirim. Duygularım hakkında konuşabilirim, konuştum da. Üzerimden büyük bir ağırlık kalktı. Bunu söylesem ne olurdu, söylemezsem ne olur, ne zaman söyleyebilirim, öyle mi yapsam, böyle mi baksam derken...çat diye...işte ben böyle hissediyorum dedim. Garipti. Yine de eksikti. İnsan söylemekle yetinmek istemiyor, üzerine bir değerlendirme yapmak istiyor...insan değil de ben öyle istiyorum...sanki herşeyi tahlil etmek zorundayım. Hiçbir şeyi olduğu gibi kabul edemiyorum. Bir süredir hayatıma girmeye çalışan, geçmişten gelen, geçmişle gelen, dün gelen, hiç gelmeden teğet geçen abuk abuk birsürü karakter ile yüzleşiyorum ve çok başarılı bir şekilde tüm sınavlarımı da veriyorum aslında. Sadece bir kişi bana “işte bu farklı” hissi verebildi bu süreçte, hem de hiçbir şey yapmadan... Çünkü bir duruşu vardı. O duruş ki çok sakin ama içinde fırtınalar kopan, güçlü ama aslında çok kırılgan, düşsen kaldırır- yaralarını temizler- sarıp sarmalar-seni yeniden iyi eder modunda ama bunun yanında kendi yaraları olan, çok yakın ama aslında çok mesafeli, içini açmaya meyilli ama susmayı yeğler gibi...Kısaca “iyi” biri. Herkese bu kadar iyi mi diye düşünmeden geçemiyor insan. Hep bir farkımız olsun istiyoruz çünkü. Sevdiğimiz insanlar bizi diğerlerinden ayrı yere koysun, bize farklı baksın istiyoruz. Neyse...isteklerim konusuna girmeyeceğim. Sevindiğim nokta uzun zamandır ilk kez böyle hissettiğim birisi oldu ve beni hayalkırıklığına uğratmadı. Ne söylediysem onda kaldı. Tespitlerimden düşme-kaldırma kombinasyonunda “düşsen de kaldırırım” dedi. Çarptım, böldüm, sağlamasını yaptım...ne dediysem kelimesi kelimesine sadece ondaydı. Sayesinde gemimdeki ağırlıkları hafiflettim azıcık kısaca... Bu üstü kapalı anlattığım gelişmenin yanında son aylardaki “ben hiçbir şey yapmayayım, bir rüzgar essin beni biryerlere taşısın” hissi de hafifledi galiba. Bu beni durduran hissi “sana ne oldu?” diye soran herkese bu kadar açıklıkla dile getirmiştim. Kazandığım herşey için çok fazla çaba sarfettiğimi düşünüp bundan sonra bana ne gelirse onu kabul edeceğim motivasyonu ile hareket etme kararı almıştım, daha doğrusu aldığımı sanmıştım. Ne salakmışım:). İnsan olduğu kişiden başka davranacağına nasıl inanabilir ki? Mümkün değil. Geldiğim noktada başımı alıp Almanya’ya gitmek istemiyorum şu an. Verin bana otantik bir ülke yada kendi ülkemde otantik bir şehir belki...kendi kültürü olan, gelenekleri olan, ruhu olan...bir dakika durmayayım, bir bavul ile yol alıyım şimdi...Brezilya, Çin, Japonya, Tayland...Tayland olursa tai boks yapma şansım da olur:)daha ne isterim. Beni manevi anlamda besleyecek bir yer arıyorum ben. Bunun yanında köksüz olduğum gerçeğiyle yüzleştim. Her ne kadar aile ve arkadaşlar kavramları ile bütünleşik olsam da çok kez gittim. Yine gidebilirim...hiçbir yere ait değilim. Bir sırt çantası ile dünyayı arşınlama hissi taşıyorum ve bu histen ölesiye korkuyorum- yalan yok. Ne kadar çok şeyden korkuyorum hakkaten...duygularımla yüzleşmekten, vazgeçmekten, kaybetmekten...halbuki ne bize ait ki tam olarak? Zaten sahip olduklarımızın tamamı aslında sadece ödünç aldıklarımız ve bırakıp gitmek zorunda olduklarımız değil mi??? Kendini köksüz hisseden başka insanlar da varmış, onu da gördüm bu arada. Bende bir sorun olduğunu düşünüyordum ama yalnız değilmişim meğer. Son dönemde aklımda sürekli dönen en güzel dizeler “içimi açtım sana, içini açmak için”...İlk bölüm çok doğru...içimi tüm yüzleşmem gerekenlere açtım galiba, içini görmek istediklerim ancak başaramadıklarım var hala. Karmaşık olan sen birilerine birşeyler anlatır ve onlarla tüm hayatını paylaşmak isterken birileri de seni hayatının merkezine koyuyor ve nasıl davranacağını bilemiyorsun. Hep bir bocalama var sonunda. Ama ne olursa olsun sevgiyle yoğrulmak güzel. Sadece bir haftalık eğitimde tanıdığım şahane bir kızın 4 yıldır tüm hayatımı biliyor olması, bana taa Brezilyalardan hediyeler göndermesi, Avusturya’da başlayıp Almanya’ya uzanan bir hikayedeki karakterin kalkıp Türkiye’ye beni görmeye gelmesi alıp buralardan götürmek istemesi -sadece kaçmak istesem biryerler var ama yapmayacağım!:)mutluluk verici ama anlamsız bir gelişme olarak kayıtlarda dursun öyle- bir arkadaşının hiçbir gerekçe yokken seni seviyorum diye bir mesaj atması...bunların tamamının tek bir güne sığması...güzel şeyler de oluyor ancak yine de tam da beklentiler karşılanmadığı için birşey hep eksik kalıyor. Geçecek diye bekliyoruz bakalım. Sanırım bu karman çorman yazı daha fazla uzamayı haketmiyor.Ama her lokasyondan izler taşıyan birkaç fotografı kesinlikle hakediyor.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir Fethiye Macerası

Bu yazı bir değişik Fethiye- Yanıklar Köyü deneyimleme yazısıdır. Bir Cumartesi öğleden sonra bu kez iş için değil, arkadaşlarımla değil, tam olarak tatil için değil, bir garip tutku için yola çıktım ben. Amaç sınırlarımı ne kadar zorlayabileceğimi görmekti. Mayıs ayında başladığım muay thai bende çığır açtı çünkü. Hayatının her döneminde aklına gelen tüm kurslara gitme girişiminde bulunmuş bir insan için durum o kadar anormal değil aslında. Ama benim için bile anormal olan, bu tutku için tek başına bir seyahate çıkıyor olmamdı. Yaptım, oldu!:) Günün sabah 6.00’da başladığı bir programdan bahsediyorum burada. Koşu, antreman, duş, kahvaltı, uyuklama:), kahve zamanı, öğle yemeği, deniz, antreman, duş, akşam yemeği...araya karışan tekne turları, Fethiye- Ölüdeniz turları, az biraz eğlence, bol sohbet, yepyeni insanlar tanıma, bir kısmı ile bundan sonraki zaman diliminde aynı yolda yolcu olacağınızı bilme, bir kısmını ancak bir durakta 5 dakika göreceğinizden emin olma, bir kısmını hayatta öğretmen olarak seçebileceğinizi düşünme, bir kısmına bir rakı masasında hayatınızı açabileceğinizi anlama, bir kısmının çok farklı olduğunu bilme/hissetme ve bundan ölesiye korkma- hayatını anlatma isteği duyma ama bir yandan da paylaşımlar arttıkça gelecek olanlardan endişelenip kaçma ve bu nedenle susma şeklinde bir deneyim yaşadım. Ne olursa olsun yaptığım şeyden çok zevk aldım. Çıkarılacak çok ders var. Alın bakalım işinize yarayacak bir kısmı...Bir “ADAMIN” insanları sürükleyebileceğini gördüm ben bu bir haftada. Yaptığı işe aşkla bağlı herkes hala dürüstse, sistemin bir parçası olmamışsa harikalar yaratabilir. Çok kısa bir sürede güveninizi kazanabilir ve siz onunla neresi olursa gidersiniz. Hem de “kız başınıza bile olsa:)” bu bir... İkincisi bahanelerim ile yüzleştim ben. Kültür farklılıkları, başka ülkelerin vatandaşları olma durumu, farklı dinler, mesafe var o nedenle olmuyor- olamıyorlar külliyen yalan. Birşey olmuyorsa yeterince “değer” biçilmediği içindir. Bir Türk ile bir Taylandlının aynı amaçlar için çabaladığı, mutlu, egolardan uzak bir ilişki gördüm ben. Aile kurmak ile gerçekten aile olabilmenin farkını birkez daha gördüm. Bu bir haftada sadece derslerdeki yüzünü gördüğüm ve egodan uzak, sabır abidesi, sakin, inandıklarını işine yansıtan bir adamın kendi doğal yaşantısındaki davranış biçimlerini de gördüm. Sanırım 2014 yılının bana kattığı en önemli şeylerden biri bu muay thai olayı ve Ediz Aydın oldu. Öğrencileri ile ilişkisinin yanında eşi ve çocuğuyla ilişkisini gördüm ben bu adamın. Ahir ömrümüzde peşinden koştuğumuz hedefler mutluluk kaynağı değil aslında. Huzur ve güven varsa ailede, arkadaşlık ilişkilerinde, yalnız kaldığında içinde...işte asıl önemli kısmı o. Bunu gördüm. Ben bir buçuk yaşını bile doldurmamış bir çocuk gördüm. Babasının omzunda, hiç ağlamayan, o omuzda hiçbir yere tutunma ihtiyacı duymayan- babasının kendisini tutacağından sonsuz emin...huzurlu, doğanın içinde sonsuz özgürlüklere sahip bir çocuk...Ben şahane bir baba, şahane bir öğretmen, şahane bir dost gördüm. Ayrıca da Tayland’dan buraya sadece 2 haftadır tanıdığı bir adam için İsviçre biletini yakıp gelen muhteşem bir kadın gördüm- (inandığım aşk modelinin hala olduğunu gördüm, o duygu varsa hiçbir engelin önemi yoktur!)...Kültürel farklılıklarla uğraşan ama pes etmeyen:) anlamaya- öğrenmeye çalışan, güzel, akıllı, on numara bir kadın... on numara bir aile. Öyle işte. Bir de bunların dışında yaşından olgun insanlar, adam olamamış çocuklar gördüm. Zor durumda kalındığında yeni insanların eskilerinden çok daha sağlam durabildiğini, canciğer kuzu sarması görünen ilişkilerin nasıl sahte olabileceğini bile gördüm. Kendi dost kavramıma birkez daha şükrettim:) yatırımı doğru yere yaptım diye sevindim. Fazla hassasiyet gösteren tavrımla herşeyi içselleştirdim- ya sen neden böylesin deme noktasına geldim...arada kaba olma noktasına da geldim ama inanmayacaksınız kendimi kendimce tuttum:) Böyle bir haftaya nokta koydum. Gelelim hisler kısmına...burası karışık...bir ajanda ile yola çıktım, çok kalem oynattım ama istediğim metinleri, yanıtları, aksiyon listelerini oluşturamadım. Bazı posalardan kurtulmaya kafa yordum- oldu ama başka birşeylere takıldım. Hiç beklemediğim birşeye takıldım. Belki başka bir yazının konusu olur belki de unutulur gider, kim bilir... Malum bir süredir bazı hedeflerden uzaklaşmış hissediyordum kendimi, hala da öyle. 2015 için yeniden alıp başını gitme durumlarım vardı- bilen bilir...bunun olması için de benim üstüme düşen bazı görevler vardı ama onları tamamlayamadım- hala yola çıkamıyorum, bir sebebi olmalı ama işaretleri göremiyorum. Bu nedenle de hala bekliyorum. Zamanında birisi bana, bazı kararları alırken kendine sürekli “korkmasaydım ne yapardım?” diye sor demişti. Ne zaman sorsam yanıtlar karşısında şok olup kalıyorum. Anlayacağınız bu seyahatte de bolca soru sordum, yanıt bulamadım...İnsanın kendinden bile sakladığı ne kadar çok şey var...Aman işte öyle. Bu bir hafta boyunca çeşitli gruplarla bolca felsefe yaptım. O nedenle burada bırakıyorum. Doğal ortamdan birkaç fotoğraf da koyuyorum ki yazdıklarım havada kalmasın zihninizde :) Haydi bakalım iyi okumalar...

26 Temmuz 2014 Cumartesi

6 ay sonra bir doğumgünü yazısı...

Son yazımı 31 Aralık 2013’te yazıp günlük niteliği taşıyan bu bloğa çoktan veda etmiştim- zaten şartlarda değişmişti, Viyana’dan İstanbul’a geri gelmiştim. Kalem oynatamayacak moda da girmiştim- hala da o moddayım ama azıcık geçen doğumgünümden bu doğumgünüme olanların muhasebesi, çoğunlukla da verilmiş bir sözü yerine getirmek kaygısıyla zorladım kendimi. Alın bakalım:) Bir defa yıllar geçiyor ama bir yandan da aynı şairin dediği gibi “Gökyüzü gibi birşey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor”. Tabii bu iyi birşey mi kötü birşey mi onun değerlendirmesini size bırakıyorum. Geçen seneden bu seneye hayatımda hiçbirşey değişmedi ve çok şey değişti. Başka bir ülkeye taşındım, geri döndüm, bolca seyahat ettim, çok insan tanıdım, farklı kültürlerdeki enteresan davranış biçimleriyle yüzleştim, bir kısmını çaldım bir kısmından ölesiye kaçtım, hayat kurdum, hayat yıktım, yap-boz gibi sürekli oluşturdum ama beğenmedim değiştirdim şeklinde takıldım durdum. Kalp kırıklığı, hayalkırıklığı, delice mutluluk biraradaydı. Ama zaten bilirsiniz iniş çıkışlarım çoktur benim. Hiçbir şey değişmedi yani. Bolca indim çıktım- düştüm kalktım. Geçen yıl bugün başka bir ülkede, uzak bir şehirde, tek başına doğumgünü modundaydım... Büyük doğumgünü partilerine veda etmeyi tam da geçen yıl bu durumda öğrendim. Ama mucizeler heryerde insanları buluyor. Annem kalktı sürpriz bir ziyaret yaptı, soğuk dediğimiz Avusturyalı iş arkadaşlarım pastalar kestiler, o dönem için özel ve önemli olan şimdi sevgiyle andığım birisi şahane bir kahvaltı sürprizi ve çiçeklerle günüme neşe kattı, dostlarım- kardeşlerim aradı, koca koca paketler gönderdiler taa oralara...yalnızlığımı hissettirmediler bana kısaca. İşte ben o zaman anladım...hiçbir şeyi kuralına uydurmak zorunda değilim. Değilim çünkü her durumda hayatımda kalmaya devam edecek insanlar topladım ben. Öğle rakısı cümlem gelsin “ Ben arkadaşlarıma yatırım yaptım” tam da böyle işte... her durumda başımı omzuna yaslayabileceğim şahane insanlar oluyor hayatımda. Nasıl bu kadar şanslı olabiliyorum bilmiyorum. Sadece şükrediyor, teşekkür ediyorum... Aaa bu arada kandırılmadım mı? Çok kandırıldım. Ülke sınırlarına girdiğimin bir saat sonrasında ilk darbeyi almıştım bile:) şimdi gülüyorum- o zaman idrak edememiştim durumu tabii. İnsan kendi yalnızlık hissini doldurmak için başkalarını kurban etmeyi tercih eden bir varlık işte. Öyle olmamayı öğrendim. Hata yapmadım mı? Çok yaptım. Gördüklerimi- farkettiklerimi kolaya kaçıp, görmemezlikten geldim, üzerinde bir dakika düşünülmemesi gereken konuları hayatımın merkezine aldım, çok düşünülmesi gerekenleri hızlıca taça attım. Ama genelde dürüst davrandım. Kimseye olmayacak vaadler vermedim, üzdüğüm insanlar için fazlasıyla bedel ödedim- hepsini de kalpten verdim, düşünmedim. Bulunduğum noktada çok iyi tanıyanların eskiye dönmeyi düşünmez misin yeni tanıdıklarımın ise aha valla acaip bir tip dediği kişiyim:))) kendimle barışık ama eskisi kadar da neşeli olmayan kişiyim.“Bütün bunları öğrendim ve artık geri dönüş yoktu, cehalet bir zamanlar sonsuz mutluluktu” dizelerinin birebir destekleyicisiyim. Hepsinin yanında birazcıkta içten içe aynı kişiyim- duygularıyla başedemeyen- birşeylere birilerine ilgi duyduğunda iki ileri- bir geri yapan- birgün konuşan ertesi gün otomatik olarak kaçma ihtiyacı duyan, benim olan bende kalsıncı, çok sevdiklerine daha kırıcı, oyle bol iniş çıkışlı, olabildiğince dürüst, arada patavatsız, bolca hayal kuran- bazı insanlar bu amaçla geliyor zannımca dünyaya, gezme odaklı, öğrenme odaklı,hala mucize odaklı, asabi kişiyim. İşte bir yıl daha geçti gitti ve ben yine temel değerler çevresinde dönüp çember dışında değişiklikler yapmaya devam ediyorum. Şahane doğumgünü mesajları için, bir şekilde hayatıma girdiğiniz- kaldığınız- teğet geçtiğiniz için, bazen farkına varmadan sadece orada olduğunuz için, bir kısmınız sadece gülümsediğiniz için- bir gülüşün içimi oynattığı durumlar oldu:) , dinlediğiniz için, anlattığınız için, bol renkli olduğunuz için, benim olduğunuz için, benimle olduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Ben gitme diyemem ama gitmeyin olur mu... Sanırım herşey bundan ibaret...eklenecek son şey bir eski fotoğraf olabilir zannımca.

31 Aralık 2013 Salı

Farewell- Vedam :)))

This text is a farewell and thank you to all people who have passed through my life during the last 6 months... It has been a valuable experience for my career but more important than that...I met you! thank you to all of you for all your support & collaboration & friendship & .... making me the person that I am now... Thanks to Alp Yoruk for giving me this opportunity/ Thanks to Gerald Oberlik& Klaus Rauscher for accepting me! for the nice conversations...for sharing all your experience and different points of view/ Thanks to Claus Gerhalter for nice coffee sessions, friendship and also Bday& Christmas part/ Thanks to Martina Mikulka for the social activities-I don't have the talent for dancing but at least I tried/ Thanks to Verena Gartner for nice conversations...you will definitely do what you want- aha and also thank you for the cooking session...it was amazing! you have talent/ Thanks to Rita Jenei for answering all silly questions ;) Thanks to Thomas Schenk for being a perfect friend and also for taking care of me!/ Thanks to Nora, who could imagine that an ordinary elevator chat will bring a nice friend like you!/ Thanks to Ruth& Veronika for 6 months friendship/ Thanks to Deren& Doguş& Umut for being there it was nice to talk to you-especially when I needed support. You are young and have the energy/ Thanks to Merve& Miriam& Alper& Asli& Ceren for visiting me. I luv you guys...if this is the beginning of another journey you are always very welcome to visit me/ Special thanks to my sister Merve...she was the one who made my home a real home listening to my problems, shopping for the kitchen, bringing the stuff that I needed without asking, being there any time/ Thanks Pinar Bolat for sharing all positive news...I was happy like a child when I got the invitation today/ Thanks to Onur Korkmaz…he was always there for my ups&downs/ Thanks to Lilith, she was a perfect german teacher but I was not a succesful student you were a perfect friend at the same time/ Thanks to Gediz& Roxana for sending their wedding invitations here but the most important part…you are a symbol of hope. I still believe in fairytales because of you! Pınar Bolat you can be a part of this group too/ Thanks to Pınar Özkan…she could not visit me but she has a reason and this reason makes me sooo happy…Luv you!/ Thanks to Ertan Aycan…you are still in my life- 15 years! OMG you are the best/ Thanks to Leyla evin kurtarel…for being crazy but clever at the same time. When I need support she is always there/ Thanks to Ana Paula, Müjde Bakır, Emel Meriç for their postcards& for the 2014 agenda- you are special ;)/ Thanks to Hande Yurtsever for the blog comments you were the motivator/ Thanks to Süha Işıklı for answering all my technical question! I know I was sooo annoying sometimes/ Thanks to İlayda Pasiner…For biking tours, for cooking sessions, for dinners& lunch for sharing your ideas& experiences/ Thanks to Umut Orhon for the long “to do list in Vienna” it was perfect/ Thanks to Şafak Bahadır&Yalçın Demirkol&Ozhan Ozkaynak for the international IT support I know sometimes I was a nightmare but you were always so nice to me/ Thanks to Guilherme Cunha- I need to be fair- this “journey” was special with you…/ Thanks to my family they have been handling me for 30 years. Well Done hehehe :) Thanks to everyone…hopefully I did not forget any of you… Luv u all guys! and Happy New Year!!!

19 Aralık 2013 Perşembe

Christmas durumları...

Geldik Aralık ortasına...Tabii bu durumda bir Christmas yazısı yazmadan, burada neler oluyor anlatmadan olmazdı. Zaman çok hızlı geçiyor. Daha dün Temmuz'du. Delegasyonum yeni başlamıştı, nasıl oldu da bir defteri daha kapama noktasına geldim hiçbirşey anlamadım...Öncelikle onu söyleyeyim...Sonra gördüklerimden, yediklerimden, içtiklerimden anlatmaya başlayayım... Kasım ortasından itibaren şu meşhur Christmasmarktlar heryerdeydi...Karlsplatz, Rathaus, Schönbrunn, Stephansplatz başta olmak üzere arada derede ne kadar yer varsa hepsine gittim. Glühwein ve her çeşit punchı içmek suretiyle zaman zaman şeker komasına girme tehlikesi ile karşı karşıya kaldım ama değdi :) Bu kadar eğlendiğim bir Christmas öncesini hatırlamıyorum. Tüm bunların yanında insanların heyecanını gördüm ve ondan etkilendim. Ben kendi adıma hiçbir zaman şu yeniyıl hediyelerini zamanında almayı başaramadığımı söylemeliyim. Burada ise insanlar Kasım ortasında Christmas hediye alışverişini tamamlamıştı bile...Bu arada ben hala düşünüyorum kime alsam, ne alsam diye :) Herkes evine gitme planlarını yaptı, aileler ile geçirilecek tatil dönemi için hazırlıklara son hız devam. Evde pişen Christmas kurabiyeleri ofiste masaları süslüyor. Christmas partilerine hergün bir yenisi ekleniyor. Durumlar gayet iyi. Heyecan tavanda ve mutluluk seviyesi en yüksekte. Ben şu 6 aylık dönemde burada insanların bu kadar olumlu oldugu bir dönem daha hatırlamıyorum desem yeridir. Neyse konuyu dağıtmayayım gezdim- içtim-yedim olayın özü budur. Bundan sonra Christmas ruhu forever :) Bir de evimdeki değişiklikleri yazayım, bir Christmas köşem var...O köşede miniminicik bir çam ağacım( Hediyedir :) ), bir adet meleğim, Bir adet adventkalenderim, bir adet Valencia'nın bağrından kopup gelmiş(bu da hediyedir) dansçı kızlar biblom:))), bir adet kendime yeniyıl hediyem romanım bulunmakta. Her anlamda hazırım yani Christmas'a- bekliyoruz bakalım hehe Üst köşede Christmas bilgilerimi paylaştığıma göre hemen gittiğim yerleri de sona ekleyerek devam etmek isterim :) Giderayak verilen sözlerin tamamlanmaya başladığı döneme girdik. Çok sevgili iş arkadaşlarımdan birinin bana verdiği bir yemek sözü vardı. Kendisi o sözünü yerine getirdi geçen hafta. Kendimizi bir Brezilya restaurantında bulduk. Ye- ye- ye üzerine kurulu restaurantımızdaki ziyafetten sonra ben gece mide fesatı geçirme tehlikesiyle karşıkarşıya kaldım. Sabahı zor ettim. Benden size tavsiye bir Brezilya restaurantına gidecekseniz mutlaka tüm gün birşey yemeden gidin :)))) bir de portekizcede hayır nasıl denir öğrenin. Garson arkadaşımıza kafamı aşağı-yukarı, sağa-sola sallamak suretiyle tüm olumsuz yüz ifadelerini takınarak hayır desem de kendisi bana servis vermeye devam etti ve bende otomatik olarak yemeye devam ettim tabi...siz aynı olumsuz tecrübeyi yaşamayın :) Bir de son olarak "Hallstatt" macerası kattım araya. İstanbul'a geldiğim dönemde Minecan ile- departmandaşım olur kendisi- facebookta gidilmesi gereken yerlere bakıyorduk sanırım :) Kendisi bana bir heyecan "bak buraya mutlaka git" diyordu bense "ama artık vaktim yok, ayrıca uzak" vb. bahaneler buluyordum. Ama bunu da başardım. Şahaneydi! tabii normalde bu küçücük köyün popüler sezonu yaz olduğu için çok boştu o ayrı. Ancak belki de ben o boşluk hissini sevdim. Sahibinin de içinde yaşadığı tipik bir köyevinde kaldım. Müze gezdim, dağ-tepe yürüdüm, tamamen lokal bir christmas marktı deneyimledim, bir ski resortu ziyaret ettim, azıcık defter kitap karaladım, bolca huzurla doldum ve döndüm. Aaaa bir de dönmeden önce rotamı değiştirip bir kez daha Salzburg yaptım. Çok güzeldiiiiiiii...Velhasıl gezme- tozma aktivitelerime bir yenisini daha ekledim. Konu ile ilgili fotolarımı da zaten görebilirsiniz. Hallstatt rotası hazırlayan okuyucularıma da :PPPP her konuda yardımcı olabilirim bilginize! Yani herşey sizler için aslında. Yakında görüşmek üzere diye bitirebilirim sanırım artık...See you!

9 Aralık 2013 Pazartesi

Bir Tren Garı Yazısı...

Size bu yazıyı canlı canlı - Budapeşte/ Keleti tren istasyonundan yazıyorum...Havaalanları, araba yolculukları, otobüs garajları- tabii hala varlarsa- beni etkilemiyor ama tren istasyonlarının üzerimde farklı bir etkisi var. Trenin hareket etmesini beklediğim şu anda içimde bir hüzün var...Halbuki beni Budapeşte'ye bağlayan ne birisi ne de özel bir neden var. Garip! Neyse...hüzünleri bir kenara bırakalım şimdi...Çünkü ben size ne kadar şanslı olduğumu yazacağım. Bir şirket etkinliği için geldiğim Budapeşte'de şahane bir manzaraya bakarak bir yazı yazmış ancak sonlandıramamıştım dün gece. Şimdi onu tamamlayacağım...Dün gece otel odamın kaloriferinin üstüne tünedim, elimde çayım, kucagımda bilgisayarım manzarayı sindirdim içime...Öyle huzurluydu ki- Buda Kalesi'ne baktıgımı belirtmek isterim :). İçimde Amerika'yı keşfetmiş, büyük birşeyler başarmış olan birinin mutluluğu ve doyumunu taşıyordum. Farklı bir dünya görmüş- yeni kapılar açmış gibi. Kendimi ilk iş hayatına atıldığım zamanla değerlendiriyorum. İş sebeplerinden ötürü Budapeşte'de bir otel odasında olacağımı hayal edemezdim mesela :) Yazımı okuyan siz mühendisler, satışçılar, ITciler...Unutmayın kurumsal iletişimden bahsediyorum...Bizim spesifik alanımızda o kadar da yurtdışı fırsatı yok bilginize! Ben bu siteye adını koyarken beni anlatsın istemiştim. Bütün "ayakların yere bassın" laflarına aldırmadan 30 yaşımda hala uçmayı seçtim ben. Ama tabii dürüst olmak lazım çok düştüğüm zaman oldu. Ders almadım- hala hayal kurmaya devam ediyorum...Şimdiki hayalim traveller olmak...Neredeyse 6 ayımı doldurmak üzere olduğum bugün oturup bir hesap yaptım...Avusturya içinde birkaç şehir, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, İtalya, Macaristan ve ileride beni bekleyen bir Almanya seyahati ile delegasyon sürecimin sonuna gelmiş olacağım. Oturup bir ne yaptım, ne öğrendim yazısı da yazacağım tabii- o ayrı...Zamanımı istediğim şekilde değerlendirdim, çok gezdim, farklı kültürler-arkadaşlıklar-mesafeli ilişkiler yaşadım. Yaşıyorum ve yaşamaya devam edeceğim... İnsan biriktirdim, biriktirmeye devam edeceğim. İnsan bir yaştan sonra değişmez diye düşünüyordum, değişirmiş bizzat kendim yaşıyorum. İçimde bir fırtınalı durum vardı benim. Üç gün eser-yıkar-geçer, iki gün sakin durur sonra yine tehlike yaratırdı. Şimdi bitti. Ne istediğim, ne beklediğim, önceliklerim, sevdiklerim, sevmediklerim o kadar belli ki. 2014'e çok az bir zaman kala 2014'te yapılması gerekenler listem bile hazır :) Üşenme- Erteleme- Vazgeçme mottosuyla yola çıkıyorum. Bir büyüğüm bana "ne istediğinize karar verin" demişti...Bundan sonrası için ne istediğimi biliyorum artık. Gerçekleştiğinde oturur bir de onun yazısını yazarım size :) Her şekilde gerçekleşecek çünkü... Tabii kolay yolla olsa- zorlamasa daha iyi olur ama zorlarsa hayatımı bundan fazla değiştirmek de bana uyar...herşeyi silip yeniden yazacak kadar içsel olarak güçlü hissediyorum kendimi. En kötü ne olur? Sıfırdan başlamak zorunda kalırım sanırım. O kadar da kötü olamaz. Hele de yanımda olacağını bildiğim insanlar oldukça... Neyse işte Budapeşte'de hüzünlü tren garına bakıyor, hafiften ağlıyor, sıkca halime şükrediyor, bir de bundan sonrası için dua ediyorum... Sizin de iç huzurunuzu bulmuş olmanızı diliyorum bir de...en önemlisi o sanırım.

22 Kasım 2013 Cuma

Viyana- Venedik- Duygu üçgeni

İki gündür üç satır yazı yazabilmek için uğraşıyorum sevgili dostlar...öyle bir an geldi ki içimde beni yazmaya iten ne varsa - adını siz koyun- gitti diye bile düşündüm ve hüzünlendim. Ancak az önce nereden başlayacağım sanki kulağıma fısıldandı ve oturdum bilgisayarın başına... Kutu evimin yatak odası bu akşam bir üçlüye tahsis edildi:))) evde yeniden yalnız olmamanın mutluluğunu yaşıyorum anlayacağınız. Garip olan tek başımayken inanılmaz huzurlu ve mutlu hissederken sevdiğim insanlar geldiğinde bir boşluğum varmış da o dolmuş gibi hissediyor olmam...İlk küçük misafirim Temmuz ayında gelmişti evime. O zaman da farklı bir renk vardı. Şimdi ise ikinci ve son miniği ağırlıyorum. İnsan kendi çocukluğunu hatırlıyor...Bugün Ozan ile "Komşu komşu oğlun geldi mi..." dizeleri ile başlayan tekerlemeyi söyledik mesela...Rahmetli dedem çok severdi bu oyunu bizimle oynamayı. Yaz aylarında masamızda dondurma yada kiraz ile karşılıklı oturur bır bır konuşur dururduk. Gözümün önünde çok net sahneler var o zamana dair. Anı biriktirmek güzel şey.İnsanı hüzünlere götürürken hayatının boşlukta ve boş geçmediğinin de en temel göstergesi gözünün önünden geçenler...Hayat güzel, çocuk olmak güzel, çocuk kalmak güzel...kim olgunlaşmanız gerektiğini söylüyorsa size dinlemeyin. Sınırları siz çizin ve istediğiniz hayatı yaşayın- en önemlisi o bu hayatta...Çok öğretmen edasında yazdım galiba ancak son dönemde bu özgürlük hissi ile aldığım her karar kendimi biraz daha güçlü hissetmemi sağladı benim. Can Yücel'in dizelerindeki gibi... Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Hiçbir eşya, yer, durum ve kişiye bağlanmadan yaşamak...Hayatta almam gereken bir derste buydu benim sanırım. Arkadaşlık ilişkilerimde, eşyalarla olan ilişkilerimde, özel ve tüzel ilişkilerimde hep kısa sürede bağlanma- sahiplenme ve bunun getirdiği hareket edememe duygum vardı benim. Halbuki bağlanmadan bağlı olmak ne kadar güzelmiş. Senin yanında olmayan, seninle yapışık kalmayan her olay, insan ve durum da pekala bir şekilde seninle yol katedebilirmiş. İşte böyle...şimdi arka fonda MFÖ- Yalnızlık ömür boyu var. Bu şarkıyı dinlerken iç dünyamda daha diplere yol alabilirim tehlikesiyle bu konuyu kapatıyorum. Başlıkta yer alan Viyana- Venedik duygu üçgeninin duygu kısmını hallettik. Gelelim Viyana ve Venedik kısmına:) Geçen Cuma öğleden sonra atladık Ruth'un arabasına ve doğru İtalya sınırına yol aldık. İlk hedefimiz bir sahil şehri olan Trieste'di. Çok güzeldi. Çünkü turist basmamıştı şehri. Bolca yürüdük, deniz ürünlerine dadandık, deniz kenarında güneşin tadını çıkardık...Sonra yeniden yol aldık ve kendimizi Venedik'e attık. Venedik uzun zamandır görülecekler listemdeydi. Bunu da başardığıma mutluyum açıkçası. Ancak hayalkırıklığı yaşadığımı da belirtmeliyim. Çok istediğiniz şeyler gerçekleştiğinde bazen damağınızda şımarıklıktan mıdır bilmem istediğiniz tadı bırakmayabiliyorlar- garip. Bir akşam karanlığında otelimizi bulmaya çalışarak başladı maceramız. Otel'in booking.com'daki fotolar ile alakasının olmadığını söylemeliyim. Korku filmlerinden çıkmış bahçede yürürken yüreğim ağzımdaydı. Yerleşme faslından sonra ise biraz etrafı görelim mantığıyla yürüyüşe çıkıp dar sokaklarda kaybolmayı başardık. Yorgunluktan bitap düşmüşken bizi deli gibi koşturan başka bir deneyim yaşadık:))) koca bir sıçanın üstümüze atlamasından bahsediyorum. Benim için bu son noktaydı. Otele dönüş yolunda sürekli tetikteydim. Nasıl bir stres anlatamam. Ertesi sabah yaptığımız gondol turu, şahane kiliseler, meydanlar ve cafeler ile durumu ancak biraz toparlayabildik. Aaa bir de yediğimiz kazıklar var tabi... küçük 2 tabak salata ile şaraba 55 euro vermiş olmamız ayrı bir şok etkisi yarattı. Bana sorarsanız Venedik romantik de değil...ya da belki ben yeterince romantik değilim. Bir daha gitmeyi düşünmüyorum:))) ne kadar dolmuşum. Yazdığım satırları dönüp okuyunca ben de şok oldum hehehe. Neyse işte burada durumlar böyle...Aşağıda da sağdan soldan fotolarım var. Size okurken bolca keyif almanızı diliyor ve bir yazıyı daha sonlandırıyorum!